Bir süredir planlandığım Orta Anadolu gezisine, kurban bayramı tatili ile yıllık izinlerimi birleştirip 15 gün olacak şekilde çıkabildim. Planımın ilk ayağı Kütahya, duruma göre 1 gece kalabilirim ya da gezip geçebilirim. Motosiklete 2 gün önce bakım yapıldı, eşyaları hazırladım, kamp eşyalarımı da sele altına yerleştirdim, böylece kamp yapmayacağım şehirlerde sele altını aç kapa ile uğraşmayacağım.
Pendik – Yalova hattı yine zamlanmış, ekonomi şaha kalkmış. Geçen ay 81TL iken bu ay 105TL olmuş.
Yalova’dan rotayı İznik Gölü’nün güneyinden Yenişehir’e doğru planladım ama köy yollarında yolu şaşırıp biraz zaman kaybettim, daha sonra ise Sölöz üzerinden Bursa-Bilecik yoluna çıktım. Bu yol 2 şeritli bölünmüş bir yol, Bilecik’e kadar sorun yok ama Bilecik-Bozüyük arası oldukça kötü. Bozüyük’e girmeden çevre yolundan Porsuk Baraj Gölü’nün yanından devam ettim. Baraj Gölü’nün bitiminde Kütahya Belediyesi’nin işlettiği Frig Medeniyetleri Tanıtım Merkezi adlı yerde yemek sonra çay ve sigara, sonra devam.
Frig Vadisi tam bu noktadan başlıyor, bu nedenle köy yoluna saptım ama 100 metre gidebildim ki sonrası yol mıcır kaplıydı. Karayolları sağolsun zahmet edip tabela koymuş; “Bozuk satıh – 6,5km”, bu kadar mesafeyi bozuk yolda maxi-scooter ile gidemeyeceği düşünüp anayola geri döndüm. Vadiye başka bir noktadan girebilirim, şimdilik istikamet Kütahya.
Kütahya şehir içine girince curcuna başladı. Şehir meydanında (Vazonun olduğu) yapılan peyzaj çalışması sebebiyle her yer toz toprak içindeydi ve meydana çıkan bir çok sokağı trafiğe kapatmışlardı. Yayalar, bisikletliler ve motosikletliler otomobillerden farklı olarak meydana girmeye çalışıp toz toprak içinde kendilerine yol bulmaya çalışıyorlardı. Ben bir cafede oturup kendime otel ararken Kütahya’da yaşayan arkadaşımı aradım, rahatsızlığından dolayı bana katılamadı ama kendi çalıştığı holdingin otelini önerdi, ben de o oteli seçtim ama farkettim ki otel vazo meydanının tam yanında, otele ulasana kadar çok çile çektim. 🙂
Odaya yerleşip duş alıp hemen çıktım, müze ve kaleyi gezmek için az zamanım kalmış.
Kütahya Kalesi’nin bazı surları duruyor olsa da tam bir yapısal bütünlüğe sahip olduğu söylenemez, içine girince de kale havası vermiyor. Taş döşeli bir yoldan kapısına kadar çıkılabilen kalenin kalenin tam ortasına, belediye bir restoran yapmış, yapı dönüyor mu bilmiyorum ama adı “Döner Restoran”. Tuvaletleri temiz tutmak yerine otopark zeminini düzeltmiş.
Kalede biraz dolandım, fotoğraf çektim sonra da hemen yakınlardaki Kossuth Müze Evi’ne gittim. Macarlar’ın tarihi kahramanı olan Kossuth, Avusturyalı Habsburg hanedanının Macaristan üzerindeki gücüne karşı çıkan ve daha sonra ise bu evde sürgünde (1850-51) iken Macaristan Anayasası’nı hazırlayan bir politikacıymış. Türk-Macar Dostluk Derneği bu evi müze haline getirmiş.
Küçük ama çok güzel bir bahçeye sahip, 3 katlı bu ahşap evde Kossuth ve ailesi 2 yıl yaşamış. Üstteki 2 katı gezilebilen müze, 1800’lerin ortasında zengin ailelerin yaşamını ve ruhunu yansıtması bakımından da önemli. Evin odalarında döneme ait eşyalar, kıyafetler sergileniyor.
Milli Mücadele Müzesi’nin haritada olduğu yerde bir bina var ama kapısı kapalıydı, sonra Kent Tarihi Müzesi’ne baktım o da kapalıydı. Bu arada ara sokaklarda müze ararken kayboldum ama şans eseri restore edilmiş Kütahya Evleri’nin olduğu bir sokağa ve Ulu Cami kompleksinin binalarından birindeki Arkeoloji Müzesi’nin önüne çıktım. Çok küçük olan müze 2-3 küçük odadan oluşuyor. Müzede bölgede yapılmış kurtarma kazılarında bulunan arkeolojik eserler sergileniyor. Aralarında çok güzel mezar stelleri, mutfak ve süs eşyaları, savaş ve avlanma gereçleri ile mermerden harika bir lahit mezar var. Müze çok küçük olmasına rağmen düzenli ve bilgilendirici.
Yine binbir zorlukla otelin olduğu meydana döndüm, onlarca iş makinesi çalışmaya devam ediyordu. Odamın meydana baktığını anlayınca umarım geç saatlere kadar çalışmazlar diye düşündüm.
Duş alıp çıkıp yemek yemeye gittim ama Kütahya yemek konusunda çok başarılı değil, bir cafede yedim ve otele geri döndüm. Yolda tekel göremediğim için bu gece bira yok 🙂
Bugün yolculuk var, erkenden uyandım. Kütahya’daki 2. günümde kahvaltı sonrasında bir önceki gün kapalı olan müzelere tekrar baktım ama yine kapalıydı. Yine aynı sokaklardan geçip bu kez de, eskiden Ulu Cami’nin aşevi olan, Çini Müzesi’ni gezdim sabahın köründe. Binada çini yapımına ait bilgiler, çini eserler, vazolar, duvar süsleri sergileniyor. Müzenin bahçesinde Osmanlı döneminden kalma mezar taşları ve yazıtlar var.
Kısa geziden sonra sırada Jeoloji Müzesi var. Jeolojik olarak çok zengin bir bölge olan Kütahya’da bir çok madene ve minerale rastlamak mümkün. Jeoloji binası eski bir hamam binasına kurulmuş, birbirine bağlı küçük odalarda çok farklı mineral ve taş çeşitleri sergileniyor. Sergide çok açıklayıcı bilgiler de var, ilginç güzel bir gezi oldu benim için.
Şehirde gezeceğim son müze Havacılık Müzesi. Hava Er Eğitim Taburu’nun parçası olan müzeyi gezebilmek için tabur nizamiyesine gidip kaydolmanız gerekiyor. Kayıt sonrasında görevli bir asker sizinle gelip kapıyı açıyor. Pazar günü az gezen olduğu için, geziden sonra kapıyı kilitlememi rica etti 😀
Açık hava müzesinde hava kuvvetlerinde kullanılmış F100, F104 gibi eski avcı uçaklarının yanısıra 3 tane eğitim uçağı, bir tane de pervaneli bir hava indirme uçağı (muhtemelen DC-3) var. Küçük ve gezmesi kolay bir müze. Meraklıysanız ve yolunuz düşerse gezin derim.
Hava Müzesi’nden sonra Afyon’a doğru yola çıktım, yol çift şeritli bölünmüş yol. mesafe yaklaşık 100km ama yolda uğrayacağım doğal yapılar, tarihi eserler de var.
Yolda hata yapıp yine benzin ışığının yanmasını beklediğim için (ışık yanında en faz 35-40km filan gidebilirim) yolda kalma riskim var çünkü en yakın bilindik marka akaryakıt istasyonu 65km uzakta. Bilinmedik marka istasyonlarda genelde benzin olmuyor, kırsal bölgeler olduğu için daha çok mazot satıyorlar. En son durduğum bilinmedik bir istasyonda durup en yakın istasyonları araştırdım, 15km geride bir kasabada bir tane var ama umarım benzin satıyorlardır diyerek anayoldan ayrılıp istasyonu buldum. İstasyonda başka bir şaşkınlık yaşadık, meğer benzin pompası bozukmuş bir kaç gündür benzin veremiyorlarmış, şansıma pompa çalıştı da içim rahatladı 🙂
Anayoldan tekrar ayrılıp Döğer kasabasına geldim, burada önce hızlıca Döğer (Erket) Kervansarayı’nı gezdim. Zamanının ticaret yolu üzerindeki bu 2 katlı binanın alt katı kervanların hayvanları için, üst kattaki odalar ise tüccarlar ve yolcular için yapılmış.
Kervansarayı gezdikten sonra Döğer Kayalıkları olarak bilinen peribacaları gibi kaya oluşumlarını görmeye gittim. Kayalıklara giden yollar toprak, o yüzden bir yere kadar gidebildim, sonra pes ettim, ne kendime ne de lastiklere güvenebildim. İlerde bir yerde taşlara oyulmuş kilise benzeri yapı böylece aklımda kaldı.
Kayalıklarda gezip fotoğraf çektikten sonra Bayramaliler köyüne doğru giden yolda Aslankaya Açık Hava Tapınağı’nı ziyaret ettim. Frig ülkesinin önemli bir noktasında olan bu tapınaktan geriye sadece bir sütun kalmış durumda. Sütun üzerindeki aslanlar çok belirgin durumda.
Aslankaya tapınağından yola dönüşte karşınıza bir tabela çıkıyor, “Arog, Nüfus: 100”. Evet, AROG filminin çekildiği, kayalıklara oyulmuş mağaralar ve bir tane tümülüs benzeri bir yapı. Filmden dolayı haliyle çok ilgi çekiyor, bölgede bu kadar doğal yapı varken hem de 🙂
Tapınaktan sonra yolda sürekli Emre Gölü Sosyal Tesisleri tabelasını görünce ne menem bir yermiş burası deyip yol üstündeki bu alana girdim. Yapay bir göletin kenarına belediye tarafından yapılmış basit ama oldukça fazla ziyaretçisi olan bir alan. Alanda çimenlik alanlar, mangal alanları, tepede bir cafe, anı fotoğrafı çekilebilecek noktalar var. Gölde insanları gezdiren bir de saltanat kayığı görünümlü bir kayık vardı. Ben birkaç fotoğraf çekip tekrar yoluma döndüm.
Yolda ilerlerken Sarıcaova köyü ayrımında yol kenarında bir tabelada aradığımı görüyorum, Frig Kral Yolu. Kayalar üzerinde sürüklenerek çekilmiş bir aracın bıraktığı izleri görmek mümkün. Bu yolun zamanında ticaret yolu olarak Sardes (Manisa) şehrine kadar uzandığı söyleniyor. Tabela olmasa, yoldan sadece 5m içerideki bu yapıyı görmeden geçebilirsiniz.
Kral yolundan sonra yolumun üzerinde 3 yer var, hepsi yanyana sayılır. Bunlardan Maltaş Ören Yeri’nin yolu kapalı idi, jandarma bariyerleri vardı, yolu da bozuk görünüyordu zaten. Maltaş girişinden 500m ötede ise bir grup yıkılmış şekilde duran kayalara rastlıyorsunuz, bunlar Yılantaş ve Aslantaş kaya mezarları.
Yılantaş kabartması oldukça büyük kayalar üzerine işlenmiş, birbirine sarılmış kabartma. Kayanın devrilmesinden dolayı asıl kabartmaların görünmediği söyleniyor.
Aslantaş ise bir mezar odası ve üzerine yapılmış kabartma desenler.
Biraz ileride köy yolundan ayrılıp bölünmüş yoldan, kolay bir şekilde, Afyon’a ulaştım. Köy yolları desem de, Döğer’den itibaren yollar iyi durumda.
Afyon’a girince, iş yerinde aynı ekipte çalıştığım arkadaşımı arayıp otel bölgesi sordum o ise bana direkt nokta atışı bir otel önerdi, çokta güzel oldu. Tam şehir merkezinde, kapalı otoparkı ve havuzu olan, fiyatı da uygun olan bir otel, daha ne istenebilir ki?
Önce karnımı doyurdum sonra da odama yerleştim, duş ve kısa bir dinlenme sonrası Afyon sokaklarını gezdim. Zincir bir kahvecide kahve ve sigara içip gezi notlarını düzenledim.
Akşam otele döndüğümde saat 21:00 civarıydı, otelin en üst katındaki terasa çıkıp bira ve çerez sipariş edip Afyon Kalesi’ne bakarak keyif yaptım. Bir sonraki gün o kaleye çıkacağım 🙂
Be First to Comment