Kaldığım otel Afyonkarahisar Kalesi’ne çok yakın olduğu için motosikleti otelin otoparkında bıraktım ve eski çarşıya doğru yürüdüm. Eski çarşı gerçekten de eski, biraz kasaba havası uyandırıyor. Çarşının içi genellikle bıçakçılarla dolu, her yerde “bıçak bilenir” yazıyor çünkü tam zamanı, kurban bayramı arefesi.
Karahisar Kalesi’ne çıkmak için çarşıdan yürürken eski Afyon evlerine denk geldim, ama önce kale. Dar sokaklardan geçip tabelalar yardımıyla da sokakların birinden yolumu bulabildim. Bu noktadan sonra derin bir nefes almalısınız, çünkü kaleye tek bir çıkış var, 700 basamaklı bir merdiven, asansör yok. Belediye basamakları düzenlemiş, eğimini ve genişliğini ayarlamış ama bazı yerlerde insanın iflahı kesiliyor, benim de öyle oldu ve ara ara molalar vermek zorunda kaldım.
Kale kapısından geçtikten sonra küçük bir avluya geliyorsunuz, buradan da daha dik ve zorlu kısa bir merdiven daha var, bu merdivenler orijinal, değiştirilmemiş olanlar. Tepeye çıkınca sizi hiç bir şey bekliyor, evet hiç. Tepede bir bayrak direği dışında herhangi bir şey yok, ne bina, ne su, ne ağaç. Şehir ayaklarınızın altında ama pekte bir şey yok. Şehrin saçma yerleşimini, ortasında heyhula gibi duran iki tepeyi, eski Afyon evlerini ve mahallelerini görebiliyorsunuz. Yukarı çıkmayı düşünüyorsanız rahat ayakkabılarınızı giymeli ve yanınızda mutlaka içecek götürmelisiniz. Sıcak havalarda çıkmak daha da yorucu o yüzden sabah erken saatler en mantıklı zaman olabilir.
Bir kaç fotoğraf çektikten sonra çok uzun süre sıcağa kalmadan inişe geçtim. İnişte keçi arkadaşlarla karşılaştık ve ikimizin de bakışı aynı; “Bunun ne işi var burada?”.
Kaleden inince belediyenin restore ettirdiği eski Afyon evlerinin olduğu sokaklara daldım yine. Hepsi farklı renklere boyanmış birer ruh kazandırılmış gibi.
Çarşı içinde dar sokaklardan geçip, forumda da önerilen Taş Han’ a girdim, burası üst katında küçük hediyelik eşya satış ve üretim dükkanlarının olduğu, alt katında ise bir çay bahçesinin olduğu küçük bir han. Tam çıkış kapısında serin bir yer bulup oturdum ve soğuk bir şeyler içtim, kendime geldim.
Bir sonraki hedefim tam meydanda, kaymaklı ekmek kadayıfı yapan “Hidayet Abi’nin Yeri”. Yine işyerinden arkadaşımın tavsiyesiyle geldiğim bu minik dükkan içinde oturmak için sadece 4 kişilik bir masa var. Ben şans eseri en sakin zamanda gelmişim kimsecikler yoktu, tek başıma oturup kadayıfımı yerken bir yandan da işletmeciyle sohbet ettim.
Ekmek kadayıfı oldukça güzel, aşırı tatlı değil hafif, kaymağı da hiç rahatsız etmiyor ağızda eriyip gidiyor. Hayatımda yediğim en güzel ekmek kadayıfı şu ana kadar. İşletmeci; tatlı ustası amcanın tatlı ile birlikte başa bir şey (su, çay vs.) tüketilmesine karşı olduğunu söyledi, tatlının tadını değiştiriyormuş. Hemen su ya da çay sipariş etmeye çalışmayın amca kızıyormuş 🙂
Günlerden Pazartesi olduğu, gezmek istediğim müzeler kapalı olduğu için öğleden sonrayı otelde dinlenerek geçirdim. Akşamüstü uyandıktan sonra yemek için yine eski çarşı tarafına gittim. Burada 2-3 tane ünlü esnaf lokantası var, bunlardan birini seçip akşam yemeği işini hallettim. Ama gittiğim yerden çok memnun kalmadım yemek sonrasında, bunu söylemek gerek.
Yemek sonrasında bu kez yeni kahve dükkanlarının olduğu bölgeye yürüyüp 3. nesil bir kahvecide kahve ve sigara keyfi yaparken gezi notlarına göz attım. Sonra otele dönüş, instagram vs. sonra uyku.
- Gün – Afyonkarahisar – Konya;
Yaşadığım mide sorunu sebebiyle sadece kahve içip yola çıktım. Muhtemel rota Akşehir – Beyşehir üzerinden Konya. Beyşehir aslında yol üzeri değil ama gezmek için, biraz değişiklik olması için ekledim.
Afyon’dan daha yeni çıkıyordum ki, Şuhut yol ayrımında Başkomutanlık Tarihi Milli Parkı tabelasını görünce yine yolumu değiştirdim, nerede olduğuna, ne kadar uzakta olduğuna dahi bakmadan. Yolda, Yunan kuvvetlerine karşı koymaya çalışan ve mevcudunun 2/3 ‘sini şehit veren küçük bir bölüğün şehitliğine denk geldim. 100 er ve gencecik 2 subay yatıyor burada.
Yol kalitesi iyi olduğu için oldukça hızlı ilerledim ama yokuş yukarı tırmandıkça tırman, nereye kadar gideceğim ne kadar da tırmanacağım bakmamıştım bile. Bir de dönüşü var bunun.
Tam 1874m yükseklikteki Kocatepe’de Ata’mın Büyük Taarruz’u idare ettiği cepheye ulaştım. Burası oldukça güzel düzenlenmiş, her yere hakim, çok rüzgarlı bir tepe. Tepedeki açıklıkta Büyük Taarruz’u yöneten üst askeri kadronun fotoğrafları, askeri geçmişleri panolarda sıralanmış. Ayrıca büyük bir Atatürk heykeli, kurmayların kullandığı siper, bir kaç kitabe de var.
Neden Kocatepe’nin taarruz için önemli olduğu, tepeden etrafa bakınca anlaşılıyor, her yönde uzaklara kadar görüş var. Biraz video, bir kaç fotoğraf çektim. Bu arada tam alanın ortasında beton kısımda yerde lastik izleri var, bazı dallamalar drift yapmışlar gibi. Böyle bir yerde bile insan olamıyor bazıları.
Dönüş yokuş aşağı biraz daha hızlı oldu, yaklaşık 20km imiş geldiğim mesafe, anayola dönünce baktım. Anayola bağlandıktan sonra Bolvadin yoluna saptım amacım Bolvadin’deki Kırkgöz Köprüsü’nü görmek. Ama işler o kadar kolay olmadı 🙂
Önce tezek kokuları içindeki köy yollarından Bolvadin sonra sanayi sitesi, sonra sanayi sitesinden köprünün olduğu yola girişin kapatılmış olduğunu farketme, sonra U dönüşü yapma, sonra yol yapım çalışması sebebiyle işaretlenmemiş yolu kaçırma, sonra tekrar U dönüşü, sonra mıcırlı bir yolda 2km, sonunda köprü. Bir kaç fotoğraf sonrasında mıcırlı yolda kaymamaya çalışarak köpeklerden kaçmak derken sorun çıkmadan anayola dönebildim.
Köprüyü gördükten sonra Bolvadin-Çay yolundan Çay ilçesine geçtim burada Çay Han var ama gittiğimde etrafı tellerle çevriliydi ve kapısı da kapalıydı, gezemeden tekrar yola döndüm.
Bir sonraki durağım Sultandağı ve buradaki kervansaray. Bu eski kervansaray bir cafeye dönüştürülmüş ama tüm benliği yok olmuş gibi. Bir kaç fotoğraf çektikten sonra tekrar anayol.
Yolumun üzerindeki hedeflerden bir tanesi de Nasreddin Hoca’nın memleketi Akşehir. Şehre girer girmez hocanın türbesini ve ünlü “Dünyanın ortası” ‘nı buldum. Türbe Akşehir Mezarlığı’nın ortasında bu arada, kaybolmayın ararken.
Dünyanın orta noktasına da ayak bastıktan sonra şehrin müzesini gezmeye gittim. Bu minik müzede hem arkeolojik hem de etnografik eserler sergileniyor. Bu arada ben oradayken gariplikler oldu, önce bir kamyonla canlı bir eşek getirildi, sonra birden kaymakam geldi sesleri duydum, meğer “Akşehir Şenlikleri” başlıyormuş, şehir meydanına gidince anlayabildim. Ben şenliklere kalamam, Batı Cephesi Karargahı Müzesi’ni gezmem gerek deyip oradan ayrıldım 🙂
Büyük Taarruz sırasında Batı Cephesi Karargahı Akşehir’de 2 katlı bugün müze olan bu küçük binada kurulmuş. Her odası farklı düzenlenmiş, fotoğraflar, maketler, Atatürk’ün eşyaları ile renklendirilmiş. Gidipte görmemek olmazdı.
Yorgunluktan mı bilemiyorum Akşehir – Konya arası yol inanılmaz sıkıcı idi, dümdüz ve turun ismi gibi bozkır. Bitse de gitsek modundaydım bir ara, hatta o kadar ki 120 kmlik bu yolda mola bile verdim sıkıntıdan.
Sonunda Konya ve onun bitmek bilmeyen düz bulvarlarından şehir merkezine giriş. Gezeceğim yerleri haritamda işaretlediğim için, işaretlerin çok olduğu bölge olan Mevlana Müzesi’ne yakın bir yerlerde bir otel buldum. Bu bölgede bolca otel var zaten. Bu arada gezilecek yerlerin çokluğu artınca Konya da kalacağım gece sayısını 3’e çıkardım. Yakın bir yerlerde çorba içip otele yerleştim zaten saat 20:00 olmuştu. Her zamanki gibi duş, dinlenme, instagram, gezi notları. Sabah ne yapacağıma dair hiç bir fikrim yok, tamamen ruh halime bağlı gezeceğim.
Be First to Comment