Bugün planım Aksaray üzerinden güneydeki Ihlara Vadisi’ni ziyaret edip oradan kuzeye dönerek yol üzerindeki yeraltı şehirlerini de ziyaret etmek. Oradan da Nevşehir’e girmeden Göreme’ye ulaşmak. Yolda ziyaret edeceğim 2-3 tarihi eser veya doğal yapı da var. Bu yapılardan ve eserlerden ilki Obruk kasabasındaki Obruk Han ve şehre de ismini veren Obruk.
D300 karayolundan 4km içerideki Obruk kasabasının girişindeki Obruk Han uzaktan belli oluyor. Hana geldiğimde güvenlik görevlisi ile konuştuğumda, yapının restorasyon çalışmaları sebebiyle gezilemediğini öğrendim.
Obruk nerede diye sorduğumda ise güvenlik görevlisi arkadaş ile birlikte hanın hemen arkasındaki Obruk’a yürüdük. Hana sadece 10m uzaklıktaki bu doğal yapıda yıllar önce su seviyesi neredeyse zemin seviyesindeymiş. Ancak yanlış sulama politikaları, kuraklık gibi sebeplerden dolayı derinlik 40-45m azalmış durumda. Şu an koruma amaçlı olarak etrafı kapatılmış.
Bir kaç fotoğraf çektikten sonra tekrar Aksaray yönüne doğru devam ettim. Yoldaki ünlü kervansaraylardan bir tanesi de bulunduğu kente de ismini veren Sultan Hanı. Şehrin hemen ortasındaki bu büyük kervansaray oldukça güzel şekilde restore edilmiş ama henüz kullanılmıyor gibi. İçini ve odalarını gezip fotoğraf çektim, han hakkında panolardan biraz bilgi okudum. 20 yıl kadar önceki gelişimde de sanırım bu handa durmuştuk ama çok iyi hatırlamıyorum.
Aksaray şehir içinden geçip Ihlara yönüne ilerledim, bu yol tek şeritli orta kalitede çok fazla viraj yolmayan bir yol. Bu yol üzerinde Ihlara Vadisine 20km kadar olan mesafede Selime ve Yaprakhisar köylerinden itibaren çevredeki kayalarda mağara oluşumları başlıyor.
Ihlara Vadisi’ne 2 noktadan giriş yapılabiliyor, bir tanesi Aksaray-Ihlara yolu üzerinden ayrılan Belisırma köyünün içinden diğeri ise Ihlara kasabasından. Vadiye bu ikisinden birinden girip 4-5km civarında bir yürüyüş sonrası diğerinden çıkabiliyorsunuz. Ben Ihlara’dan girip yine Ihlara’dan çıktım, o sıcakta 8-9km yürümek zor geldi 😛 Vadiye Ihlara’dan iniş-çıkış bir kaç yüz merdivenle yapılıyor, yorulmak garantili. Belisırma girişi düz ayak mı bilemiyorum ama öyle ise Ihlara’dan girip Belisırma ‘dan çıkmak en mantıklısı.
Merdivenlerden indikten sonra vadide biraz gezinip fotoğraf çektim, kayalara oyulmuş kiliseleri gezdim, kimsenin gitmediği noktalara kadar yürüdüm. Vadi içinde 1-2 noktada dinlenme yerleri, çay bahçeleri vs var.
Sıcak havada o bir kaç yüz merdiveni tırmanıp tekrar yola koyuldum. Rotam üzerinde bir kaç görülecek yer var. Gaziemir yeraltı şehri, Nar Gölü, Derinkuyu yeraltı şehri ve Kaymaklı yeraltı şehri.
Gaziemir yeraltı şehri anayoldan bir miktar içeride olduğu için beni cezbetmedi yorgunluktan dolayı. Nar Gölü’ne ise 4 yıl önce gördüğüm için gitmedim. Bu göl bir krater gölü, görmediyseniz gidebilirsiniz. Aslında Derinkuyu yeraltı şehrini de görmüştüm ama zaten yolumun üzerinde ve şehrin içinde olduğu için girdim.
Kaymaklı yeraltı şehri, Derinkuyu yeraltı şehrine nazaran daha bakımlı, daha iyi düzenlenmiş, daha iyi ışıklandırılmış daha turistik bir yer olmuş. Kesinlikle daha büyük ve daha karmaşık geldi bana. Ben yeraltı şehrini gezerken çok fazla Güney Amerika’lı turist vardı, bazen peşlerine takıldım bazen ise kalabalıklarından kaçtım. Böyle kalabalık durumlarda çok fazla sıra bekleniyor, yeraltı şehrinde dar tünellerde kalmak, beklemek psikolojik olarak biraz zorlu geliyor.
Kaymaklı’dan Göreme’ye giderken ne akla hizmet bilemiyorum, Uçhisar değil de Ortahisar’dan girdim. Yol üzerinde de Aynalı Kilise vardı onu görmüş gezmiş oldum bu bahane ile. Ortahisar’dan Göreme’ye giden 3km’lik yol bir scooter için dünyanın en kötü yolu ismini alabilir bence. Göreme Açık Hava Müzesi önünden geçen bu yol; tamamen büyük taşlar döşenmiş, sadece otomobiller düşünülmüş, bir noktasında oldukça dik ve 2 keskin virajlı bir yol. Düzlüğe gelseniz dahi tangır tungur, hoplaya zıplaya, küfür ederek ilerleyebiliyorsunuz. Kapadokya’da bulunduğum süre içinde bu yolu 3 kez kullanmak zorunda kaldım ve üçünde de küfür dağarcığımı zorladım.
Göreme şehir içine girdikten sonra da yollarla ilgili acılarım devam etti. Şansıma herhalde, doğalgaz altyapı çalışmaları sebebiyle tüm şehrin yolları kazılmış ama henüz asfaltlanmamış, her sokak köstebek yuvası halinde ve toz toprak içinde. Belediyenin tek arazözü her gün bir kaç kez yolları sulasa da Temmuz sıcağında önce çamur olan bu ortam kısa süre sonra çöl toprağı haline geliyor.
Haritamda işaretlediğim ve kalmayı planladığım kamp alanı Göreme’nin Uçhisar girişinde, şehre girişi bu yönden yapmış olsaydım daha ilk başta bunları yaşayıp hemen küfür etmeyecektim 🙂
Kamp alanı merkeze 1km uzaklıkta, Göreme’yi tepeden gören, adına yakışır şekilde panoramik bir görüntü sağlayan, biraz pahalı olmasına rağmen, düzenli, temiz ve gürültüsüz bir karavan kampı. Tek sorun 2 teraslı alan içinde biz saplara ayrılan kısımda çok fazla ağaç olmaması sebebiyle az gölge alan olması. Ben gittiğim sırada oldukça büyük 2-3 karavan vardı hatta bir tanesi kamyon saşisinden yapılma idi.
Çadır için bana verilen alanın yanında arka tekeri ve şanzımanı indirilmiş Ural marka sepetli bir motosiklet vardı, sahibi olan Alman ile hemen tanıştık, Türkiye’ye girdikten sonra başlayan şanzıman arızası sebebiyle 3 haftadır burada kalıyormuş. Avusturya’dan gelecek yedek parçayı bekliyormuş, bizim Türk gümrüğü ile ilgili hiç iyi şeyler söylemedi 🙂
Çadırımı kurup hemen duş aldıktan sonra yemek için yine tozlu yollardan merkeze indim. Kamp alanının işletmecisinin önerdiği, yeni açılmış, sahibi de eskiden motosiklet kullanıcısı olan bir restorana gittim. Yemek sırasında ve çay ikramı sırasında bolca sohbet ettik. Motosiklet kullanıcısı olduğum için indirim de yapıldı 🙂
Yemekten sonra yine tozlu ve bozuk yollardan (sanırım yazı boyunca küfür ederek anacağım yolları, hem de bıkana kadar) kampa döndüm, artık keyif ve dinlenme zamanı, sabah çok erken uyanacağım. 3 gece ayarladım, 2 günüm daha var.
- Gün – Göreme
Sabah 04:30’da alarm dahi çalmadan uyandım, henüz hava aydınlanmamıştı. Çadırdan çıkarken serin rüzgarla birlikte uzaklardan balona alev püskürten dev cihazların sesleri duyuluyordu.
Bu kamp alanı diğerlerine nazaran daha pahalı olsa da seçmemdeki asıl sebeplerden bir tanesi sıcak hava balonlarının kalkışını, yükselmesini ve uçuşunu izlemek için en uygun yerlerden bir tanesinde olmasıydı. Kamp alanında bu amaçla kullanılan bir seyir terası bile var.
Saat 05:00 civarı balonlar kalkışa başladı ve bir süre sonra da tam üzerimizden geçip vadiye doğru ilerlediler. Bir çok kez gezilerde yanımda taşıyıp kullanmadığım fotoğraf makinası setimi bu kez getirmemiştim, tüm fotoğrafları yeni telefonumla çektim. Pişman mıyım, aslında biraz 🙂
Balonları sadece seyir terasından değil bir kaç farklı noktaya yürüyerek fotoğrafladım. Sonra da kampa dönüp uyumaya çalıştım ama başaramadım sonra da kahvaltı umuduyla Göreme merkeze gittim (evet yollara küfür ettim giderken tabii ki) ama Göreme çeşitlilik ve özgünlük konusunda çok iyi bir yerde değilmiş. Her yer turistlerden daha çok para kazanma derdindeki restoranlarla dolu. Dandik kahvaltı tabağı şeklinde kahvaltı dışında herhangi bir şey bulmak mümkün değil. Vasat bir cafede tost ve çay ile hızlı bir kahvaltı yaptıktan sonra yakınlardaki Uçhisar’a gittim.
Uçhisar Kalesi’ne daha önce de çıkmıştım o yüzden bu kez sadece aşağıdan fotoğrafladım sonra da yol üstündeki Güvercinlik Vadisi’ne bakan bir çay bahçesinde fotoğraf ve serinleme molası verdim.
Güvercinlik Vadisi’nde iken haritama baktığımda aslında dönüş yolunda gezeceğim 2 yer vardı, Nevşehir’in bir kaç km kuzeyinde Gülşehir kentindeki ören yeri ve bir kilise. Zaman çok olunca oraya gitmeye karar verdim.
Kimsenin ziyaret etmediği, kapısı açık, bekçisiz, korumasız bir açık hava müzesi “Açıksaray Ören Yeri”. Burada da kayalar içerisine oyulmuş kiliseler ve yaşam alanları var. Oldukça güzel bir yer. Tek başıma olunca gezmesi de güzel oldu.
Ören yerinden sonra şehrin içinde, yine sahipsiz bırakılmış olan St. John kilisesini buldum. Bekçisi ortalıkta olmadığı için kapısını kendim açıp gezdim. Bizans döneminden kalma, kayalara oyulmuş, asma katlı küçük bir kilise. Tavandaki ve duvarlarındaki süsleme ve çizimler Göreme ya da Ihlaradaki kiliselerdekilerden daha gösterişli, daha belirgin, daha iyi korunmuş ve daha güzel.
Kilisedeki bu kısa geziden sonra yolumu Avanos’a çevirip Zelve Vadisi’ne gittim. Zelve, yaşanan dönemlerde insanların zorlu hayatını anlatabilen bir bölge. Vadide bir manastır/cami, bir kilise, yaşam mağaraları ve iki vadiyi birbirine bağlayan bir tünel var. Tünel güvenlik sebebiyle kapalıydı.
Zelve’den sonra, sıcaktan pişmiş şekilde, Çavuşin üzerinden, yine bozuk yollardan Göreme’ye döndüm, merkezden bira alıp kamp alanına geçtim. Akşamüstü kamp alanının küçük yüzme havuzunda biraz serinledikten sonra akşam Alman komşu ile sohbete daldık. Ben biramı içerken o da bulduğu en ucuz şaraplardan içiyordu. Gece 23:00 gibi komşum kitap okumaya döndü ben de çadırıma. Sabah erken uyanmanın ve gündüz yorulmanın etkisiyle kolayca uyumuşum.
- Gün – Göreme
Göreme’deki son günümde; bir gün önce bayram sebebiyle öğlene kadar kapalı olan Göreme Açık Hava Müzesi’ne gittim. Daha önce de gezdiğim bu kez biraz hızlı hareket ettim ama yine de turist kafilelerinin kalabalığı sebebiyle kiliselere giriş çıkışlarda ve merdivenlerde çok bekledim, zaman kaybettim. Her yer insan her yer.
Açık Hava Müzesi’ndeki kiliseleri gezdikten sonra daha önce bahsettiğim taş döşeli iğrenç yoldan Ortahisar kentine geçtim. Bu kasabada, Uçhisar kalesine benzer şekilde, kayalara oyulmuş bir kale dışında pek bir şey yok. 1-2 fotoğraf sonrası Ürgüp’e doğru yola çıktım.
Ürgüp yolunda ilerlerken, yolun her iki kenarına park edilmiş araç sayısından doğru yere geldiğimi anladım, ünlü “Üç Güzeller”. Kapadokya’nın en ünlü peribacalarını görmeye gelmiş çok fazla insan var, seyir terasını ve merdivenleri doldurmuşlar. Botlarımı çıkarmadan seyir terasından bir kaç fotoğraf çekip etrafı izledikten sonra yola devam!
Ürgüp oldukça düzenli, yolları güzel bir şehir, Göreme gibi turistik bir kasaba değil. Ziyaret edeceğim yerlerden biri olan Ürgüp Müzesi’ni kolayca buldum. Tek bir odadan oluşan bu minik müzede oldukça az sayıda tarihi eser var. Eserler de karmaşık, biraz arkeoloji biraz etnografya. En ilgi çekici eserler mamut dişi fosiller bence. Minik ama şirin bir müzeydi. Güvenlik görevlisi de çok iyi biriydi, sağolsun çok güler yüzlü ve yardımseverdi.
Müzeyi gezdikten sonra yine taş döşeli bir yoldan Temenni Tepesi’ne çıktım. Tepede bir türbe (yanlış hatırlamıyorsam II. Kılıçaraslan) ve özel bir müze/yeraltı evi var. Türbe kapalıydı, ben de yeraltı evini gezmek istemedim. Sıcaktan bayılmamak, dinlenmek ve serinlemek için tepeden aşağı inip merkezdeki bir zincir kahve dükkanında serinletici içecekler içtim, bir yandan da gezi notlarına eklemeler yaptım.
Yemeği de Ürgüp çarşısında esnaf lokantası gibi. lokantada yedim, fiyat/performans olarak çok memnun kaldım.
Dönüşü Paşabağları/Zelve yolundan yaptım, iyi ki bu yolu kullanmışım. Paşabağları ‘nı gezmemiştim. Güneşin yakıcılığını kaybettiği ve fotoğraf çekmenin en uygun olduğu bu saatlere denk gelmesi de harika oldu. Burası peribacası manzaraları ile dolu, çok iyi fotoğrafların çıkabildiği bir ören yeri. Havanın kızıllığı ile birlikte çok güzel fotoğraflar çektim. Ören yeri artık 19:00 civarı kapanırken ben de çıktım ve bozuk yollarda küfürler ile kampa döndüm.
Kampa döndüğümde çadırımın diğer yanında yeni bir komşu geldi. Doğan, yeni satın aldığı RKS marka bi dual-sport ile Adana’dan plansız bir şekilde çadırını alıp çıkıp gelmiş. Dual-sport ile Göreme sokaklarında halinden memnunmuş 🙂 Gece biralarımızı içip uyuyana kadar sohbet ettik.
Yarın Kayseri yolları.
Be First to Comment