Kaş’tan sonra Xanthos’u gezmeyi düşündüm ama o gün için yorucu olacağını farkedince kalacak yer olarak Patara’yı belirledim, ki böylece asıl planda yer bulamayan Patara Antik kentini de gezeceğim. Gelemiş köyüne ulaşınca yol üzerinde gördüğüm yeşilliklerle sarılı bir pansiyona girip oda fiyatı sordum ve odayı da gördükten sonra kalmaya karar verdim. Daha motosikletten eşyaları indirmeden kendime bir bira sipariş verdim ve günün yorgunluğunu atmaya çalıştım. Daha sonrasında düş, dinlenme ve rahat uyumak için tekrar bir bira
İyi bir uyku sonrasında sabah erkenden uyanıp motosiklete eşyalarımı yükledim ve Gelemiş’e sadece 2 km uzaktaki antik kente ulaştım. Antik kente giriş ile Patara plajına giriş aynı noktadan yapılıyor. Patara plajı koruma alanı içerisinde olduğu için jandarma kontrolü de olabiliyor. Gelemiş’ten Patara’ya kadar olan 2 kmlik yol arnavut kaldırımı taşlardan yapıldığı için scooter ile zıplaya zıplaya gittim ve içimden sürekli küfürler yağdırdım maalesef. Güvenlik noktasından önce Patara Antik Kenti’nin doğu kapısı var, şehrin büyüklüğünü sİMGeleyecek kadar haşmetli görünüyor. Girişte bekleyen araçların hepsi plaja giderken ben antik kentin otoparkında gölge bir alan bulup girdim. Antik kent oldukça büyük bir alana yayılmış durumda olduğu için tamamını gezmenin zor olduğu söyleniyor. Yapılar arasındaki mesafeler uzunmuş.
Önce tiyatroyu gezmeye koyuldum, daha sonra ise tiyatronun arkasından dolaşıp tepelere tırmanıyorum. Antik kentlerde en hoşlandığım şey bazen çok zor ve tehlikeli olsa da kimsenin ulaşmadığı, merak etmediği yerlere gidip oradaki yapıları görmek. Daha önce benden başka gezenler de olduğu için genelde patika yollar belirgin oluyor, bazen de kendime dikenli patikalardan yol açtım. Tepede şu toplamak için kullanılmış bir sarnic var, sarniçin içine inilen merdiveni görmek mümkün.
Tepeden tüm alanı görmek mümkün, Patara plajı, kum tepeleri, eskiden liman olan bataklık alan. Plajın sadece belirli bir kısmı denize girilmeye izin verilecek şekilde ayarlanmış çünkü Patara plajı Caretta caretta kaplumbağalarının üreme alanı bu sebeple plaja giriş saatleri kontrollü. Tepeden aşağıya inip başka bir yamaçtaki kahramanlık anıtına gittim. Anıttan geriye çok bir şey kalmamış ama manzarası bir harika ve bol rüzgarlı olduğu için serinlemek için ideal bir yer. Gezerken yanıma aldığım termosumun içinde sürekli soğuk su bulundurdum. İçmek için ara ara bulduğum gölge alanlarda kısa molalar verdim.
Tepeden indikten sonra şehrin merkezindeki restore edilmiş meclis binasını, sütünlü caddeyi gezdim. Meclis binası ile sütunlu cadde arasında bir gemi var. Bu kopya sadece sazlardan yapılmış bir gemi ve Karadeniz’den yola çıkıp Çanakkale’ye kadar ulaşmış bir antik geminin kopyası. Gemi ile ilgili daha fazla bilgiyi aşağıdaki adresten bulabilirsiniz.
Otoparktan çıkarken, sıcağın verdiği halsizlik ve dikkatsizlikle de, farketmeden gidonu tam kırıp gaz verince scooteri sağa doğru yatırdım, kendimi de yerde buldum. Motoru kapatıp kaldırmayı denedim ama yükleriyle birlikte 210-220 kg gelen scooteri kaldırmayı denesem de beceremedim. İkinci denemede de beceremeyip yere bıraktım, birileri gelsin de yardım etsin diye bekledim. O sırada otoparkta otomobillerine doğru giden bir çift koşar adımlarla yardıma geldiler, birlikte kaldırdık. Fransız olduklarını öğrendiğim çift bana iyi olup olmadığımı bir kaç kez sordu, devam edip edemeyeceğimi sordu, teşekkür edip sorun olmadığını ve devam edeceğimi söyledim. Daha sonra aynı yerde motosikletli başka bir arkadaşla tanıştık. Demre’li arkadaşta çevredeki Antik kentleri geziyormuş, Patara’dan sonra Xanthos ve Tlos’u da gezeceğini söyledi. Fransız çift yardım ederken o da görmüş bize doğru yardıma geliyormuş tam o sırada. Ben plaja bakacağımı söyleyip arkadaştan ayrıldım o da Xanthos’a doğru gitti.
Plaja girdim ancak ne yüzmeye mecalim vardı ne de insan kalabalığına. Plajın otoparkı bile curcuna içindeydi, plaja gitmek içimden gelmedi, ben de yolumu Xanthos’a doğru çevirdim. Xanthos antik kenti UNESCO Dünya Mirasları listesinde bulunan bir kent. Motosikleti kentin girişindeki bir ağacın gölgesine bırakırken şu aşağıdaki fotoğraftaki arkadaşla karşılaştım. Sıcaktan bayılmış gibi duruyordu ben de elime şu içirdim, biraz kendine geldi ama yatmaya da devam etti. Motosikleti ona emanet edip kenti gezmeye başladım.
Şehri gezmeye önce hala büyük bir kısmı ayakta olan tiyatrodan başladım, daha sonra da tiyatronun tam zıttı yönündeki tepenin arkasına tırmandım. Yürüyüş patikasını belirlemek için patika boyunca sınır taşlarını beyaza boyamışlar, yolunuzu bulmanız kolaylaşıyor. Bu patika sizi Likya kaya mezarlarına ulaştırıyor. Tepenin arkası neredeyse kaya mezarları ile dolu. Daha sonra normal biri olmadığım için geldiğim yoldan dönmedim, çalıların dikenlerin arasından başka mezar ve anıt mezarlar da görerek bilet gişesinin olduğu, motosikletimin yanına indim. Kent çok büyük sayılmaz ama kaya mezarlarına ulaşmak sıcak havada zorlayıcı oldu.
Okuyan bir çok kişi Fethiye/Ölüdeniz/Faralya civarını neden gezmediğimi soracaktır. Benim bu gezideki amacım zaten insanlardan uzak olma isteğiydi. Bir yandan ÇOVİD salgınından uzaklaşmak, bir yandan özel hayatımdaki çalkantıların etkisinden kaçmak, bir yandan da genel olarak İstanbul insanından kaçmak isteğiydi. İstanbul insanı her yerde, özellikle bu saydığım yerlerde. Haliyle buralardan uzak durmayı istedim.
Dalyan’a varınca kendime otel/pansiyon aramaya başladım. Merkeze yakın, nehir kenarındaki bir sokakta bir otel buldum, fiyatta uygun olunca, Pazar günü sokağa çıkma yasağı olacağından dolayı, 2 gece kalmaya karar verdim. Akşamüstü olduğu ve antik kent kapanacağı için hemen dinlenmeye geçtim. Bir sonraki gün de Pazar olduğu için Kaunos Antik Kenti’ni ancak Pazartesi günü Dalyan’dan ayrılırken ziyaret edebileceğim. Otel genel olarak bakımsız olsa da ne uyku ne de olanaklar konusunda herhangi bir sorun yaşamadım. Tek sorun kahvaltının kalitesiydi, kahvaltı önemli Otelin işletmecisi ve gedikli bir müşterisi olan kadınla bolca sohbet ettik, pazar gününü birlikte geçirdik.
Pazartesi sabahı 8 civarı uyanıp kahvaltı sonrası Kaunos Antik Kenti’ne yola çıkıyorum, kent Dalyan merkezine sadece 2km ama nehri feribotla geçmek gerekiyor. Feribot dediğime bakmayın, toplamda 3 otomobili ancak alacak kadar küçük. 2 motosiklet ve bir minibüs biniyoruz. Ücreti 2021 için 13TL idi yanlış hatırlamıyorsam, yolculuk 4-5 dk sürüyor. Karşıya geçince ilk olarak Dalyan merkezinden de görülen tepelerdeki ünlü Kaunos kaya mezarlarını görmeye gidiyorum ancak yukarı çıkmak yasakmış, uzaktan fotoğraf çekmekle yetindim.
Antik kente ulaşınca önce soğuk su alıp termosuma doldurdum ve tüm antik kenti karış karış gezmeye başladım. Gerçekten de muhtemelen en uzun yürüyüşlerimi Kaunos’ta yaptım. Kentte en iyi durumdaki yapı tiyatro ama her yerini görmek için gezdim. Hatta tepedeki surlara çıkmaya bile çalıştım ki oldukça yüksekti. O kadar çok yoruldum ki sanırım son 5 metre kala vazgeçtim. Tepedeki telsiz antenine ulaşmak üzereydim neredeyse. Yukarıda ne vardı hala merak ediyorum Daha sonra dinlenip ters istikametteki tepelere çıktım, göleti ve o bölgedeki surları takip ettim, göletin arkasındaki tuzlaya kadar ulaştım. Oldukça yorucuydu benim için Kaunos’u gezmek.
Genelde gittiğim yerden aynı yoldan dönmeyi pek sevmediğim için dönüş yolunu köy yollarından Köyceğiz olarak planladım. Asfaltı çok iyi olmasa da doğasıyla, yeşiliyle, virajlarıyla çok güzel bir yoldan gittim. Özellikle Sultaniye civarındaki Köyceğiz gölünün yanından giden virajlar çok güzeldi. Sultaniye civarında kamping alanı var, tavsiye ediliyor, bilginiz olsun. Yine olana uymayarak Köyceğiz’den değil de Doğuşbelen köyünden D400’e ciktim. Buradan da 200km sürüsle önce Sakar virajlarından daha sonra da Muğla-Milas yolunu takip ederek Köyceğiz gölünün kenarından Didim’e vardım. Köyceğiz golünün kenarında, kamyon kasasından yapılmış bir kafede gözleme ve çay keyfi yaptım, bir kaç fotoğraf çektim.
Bir sonraki bölüm Didim’den başlıyor.
Be First to Comment