Didim’e kuzeyden girip Yalıköy ve Mavişehir bölgelerinde pansiyon/otel baktım ancak bu bölgeler hep yazlık sitelerle doluymuş hiç uygun pansiyon/otel bulamadım. Baktığım tek pansiyonun odası ve banyosu da hiç iç açıcı değildi, koşar adımlarla uzaklaşıp merkeze döndüm. Altınkum civarında küçük bir araştırmayla yeni devir aldıkları çok belli olan bir aile otelinde uygun fiyata 2 gecelik oda tuttum. Akşamüstü varınca hemen düş ve dinlenme. Motosikleti de otelin bahçesine indirdim ve kilitledim. Sağolsunlar her türlü kolaylığı sağladılar bana.
Didyma antik kentine gittim. Antik kentin olduğu bölge ve girişi bana çok garip geldi nedense. Didim’in içinde bir köy gibi, anlayamadım ilk başta ulaştığımı, birden hayat, yol, ortam değişti sanki. Köy desem değil, şehir desem değil, garipsedim.
Didyma aslında tam bir kent değil, Miletus (ya da Miletos) kentinin bir parçası, zaten kalan tek yapı da Apollon Tapınağı. Tapınak, ayakta olduğu zamanlarda dünyadaki en büyük 3 tapınaktan biri olarak gösteriliyor. Sadece 3 şutunu ayakta kalmış dahi olsa da etrafında dolaştığınızda büyüklüğünü algılayabiliyorsunuz. Sütünlar oldukça kalın hemen farkediliyor. Tapınak çok güzel fotoğraf çekimleri vaad ediyor, bilginiz olsun. Bölgenin etrafında 1-2 tane pansiyon vardı, balkonu neredeyse antik kentin içinde gibiydi, her sabah uyandığınızda tapınak manzarasıyla uyanabilirsiniz. Ben tapınağı çok beğendim, azameti ve mermer blokların yerleşimi oldukça güzeldi.
Didyma’dan çıkıp bir sonraki hedefim olan Priene antik kentine yola çıktım, Milas-Söke yolunda ilerleyip Söke’ye az bir mesafe kaldığında yeni Doğanbey denen köye doğru U dönüşü yapmış oluyorsunuz.
cina kurulu Priene şehir planlamacılığının en iyi örneği olarak gösterilen bir antik kent. Yollarının ortasında bugün bile belediyeler tarafından becerilemeyen yağmur olukları var. Sokaklar genel olarak izgara yapısında ve tepede olduğundan dolayı geçişler merdivenli sokaklarla sağlanmış. Yamaçtaki antik tiyatrosunun sahne kısmi ayakta dursa da seyircilerin oturduğu kısımların bir bölümü hasarlı durumda.
Kullandığım offline harita programında antik kent sınırlarında tiyatronun üstünde şehrin Acropolis kısmı da görünüyor ama tiyatronun kurulu olduğu yamaçlar bile çok eğimli, Acropolis kısmına çıkmam çok zor. Yorgunluk ve sıcak dolayısıyla biraz tırmansam da sonrasında vazgeçtim. İnerken sol ayak bileğimi de hafif burkuyorum, zaten daha önce de şimdi hatırlayamadığım bir antik kentte burkmuştum daha kötü duruma gelmesinden korktum ve düzlüğe indim. Kentin tüm düzlüklerini, Söke’nin verimli ovalarına bakan tepelerini, Dilek Yarımadası deltasına bakan kısmını, yıkılmış sadece sütunları kalmış tapınağını gezdim. Priene oldukça güzel bir kent, tapınak sütunları da fotoğraf için iyi modeller olduğunu ispat ediyor.
Priene’den çıkıp Miletüs’a doğru yol alıyorum. Eski Doğanbey köyünün güzelliklerinden bahsedildi ancak başka bir gezi için kenara not ediyorum, şimdilik amaçlarım arasında değil maalesef. Miletüs yakın, Priene’ye 20km civarında.
Miletüs kentine girer girmez büyük, görkemli tıyatrosu karşılıyor ama güvenlik bana antik kentin ise geç saatlere kadar açık olduğunu ama müzenin daha erken kapandığını söylediği için önce müzeyi gezdim. Müze içinde ilk baktığım şey dönemin yerleşimlerine ait haritalar oldu, haritalara, krokilere hep özel ilgim olmuştur. Harita/krokilerde antik dönemde Miletüs’ün bir liman kendi olduğunu öğrenmek şaşırtıcı. Liman Bafa golüne kadar geliyormuş, şu an o mesafe yaklaşık 15 km. Müzedeki eserler bölgedeki tüm antik kentlerde bulunan eserlerden oluşmuş ve güzel bir tasarımla sunulmuş. Özellikle antik dönemlerdeki insanların günlük yaşamlarına ait tabak, sus eşyası, sıkke taki gibi eşyalar çok ilgi çekici. Antik kentte Arkaik dönemden, eski Yunan döneminden, Roma döneminden, Bizans döneminden, Osmanlı döneminden bir çok sikke bulunmuş. Faustina hamamında bulunan mermer heykeller de göz alıcı. Ayrıca müze bahçesinde lahitler ve heykeller var.
Müzeden sonra önce büyük antik tiyatroyu gezdim. Antik tiyatroda diğerlerinden farklı olarak seyirci oturma grupları arasında geçiş için tüneller var. Tiyatronun en üstüne çıkıp fotoğraf çektim, tehlikeli ve yasak levhaları var olmasına rağmen 🙂
Tiyatrodan sonra antik kentin büyük arazisinin büyük bir kısmını gezmeye çalıştım. Osmanlı hamamı, ödeum kalıntıları, tapınak kapısı vs. Ama tiyatrodan sonra en iyi durumdaki Faustina hamamının mimarisi oldukça güzel. İçinde odadan odaya geçerek kayboluyorsunuz.
Miletüs gezimden sonra yine Didim’in kuzeyinden merkeze döndüm, dönüşte 1-2 noktadan manzara fotoğrafı çektim. Dönüşte maalesef Yeniakköy diye bir köyden geçmek zorunda kalıyorsunuz ve koyun tüm sokakları arnavut kaldırımı taşlardan yapılmış. Scooterlar için tam bir işkence.
Gün içerisindeki rota su şekilde oldu.
Bir sonraki gün otelden sabah erkenden ayrıldım, henüz kahvaltı hizmeti olmadığı için de kahvaltıyı dışarıda yaptım, şu arkadaşta bana eşlik etti.
Kahvaltı sonrası hedefim zaten yolumun üzerinde olan Magnesia ad Meandrium. (Meandrium’daki Magnesia, Meandrium Menderes’in antik zamanlardaki ismi, Menderes’teki Magnesia olmuş oluyor çünkü başka Magnesia kentleri de varmış.)
Bir ucu Ortaklar’a çıkan D525 karayolu Magnesia kentini ikiye bölmüş durumda. Kent biraz bölük pörçük, hamamlar bir tarafta, tapınaklar bir tarafda, stadyum ve tiyatro ise apayrı yerlere dağılmış durumda. Önce hamamların olduğu yolun doğu kısmını gezdim, çok fazla bir şey kalmamış maalesef hamamlardan. Etrafını gezerken birilerinin tarlalarına girmiş olabilirim 🙂
Daha sonra antik kentin merkez bölgesini, antik zamanın genel tuvaletlerini, sütunlu caddesini arşınladım. Hava bulutlu olduğu için gezmek kolay oldu.
Stadyum antik kentin merkezine 1 km uzakta ayrı bir bölgede bir tepede olduğu için, tepeye stadyum girişine kadar scooter ile çıktım. Yol sonuçta bir traktör yolu, toz toprak, eh işte denebilecek durumda. Stadyum inanılmaz büyük, bazı kısımları yıkılmış ama çok ihtişamlı. Bir çok noktasından fotoğraf çektim.
Stadyumdan sonra offline haritamda gorunen 2 tiyatroyu bulmaya calistim, bir tanesinin yolu iyi degildi, yuruyerek ciktim. Bir tiyatrodan cok kucuk bir konsey toplanti alani gibiydi. Aciklamalarda insaasinin yarim birakildigi yaziliydi. Diger tiyatroyu tepeye cikmaya calissam da bulamadim, belki ben kacirdim bir sekilde.
Magnesia’dan sonra yine yolumun uzerindeki Metropolis antik kentine yola ciktim. Kent Torbali ilce merkezine 5km, Izmir-Aydin yolunun (E87) batisinda bir tepede kucuk bir kent. Torbali’dan sonra antik kentin bulundugu koye kadar inanilmaz toz toprak, hafriyat calismasi vardi. Sanirim dogalgaz calismasiymis, her yerde hafriyat kamyonlari gelip geciyordu. Torbali icinde de tum yollar genel olarak kazilmisti.
Kentte kazı çalışmaları devam ediyor. Bir çok yapının üzeri tavanla kapatılmıştı. EN iyi durumdaki yapılar tiyatro, hamam ve genel tuvalet idi. Hamam o kadar iyi durumda ki, ısıtma alanı ve ısıtılan havanın iletildiği yer altı kanalları dahi belirgin şekilde duruyordu.
Ben yine tepelere çıkıp fotoğraflar çektim tabii ki
Bir sonraki macera Izmir – Manisa – Bergama.
Be First to Comment