Minik şehir-ülke Lüxemburg’a günübirlik gezimiz için sabah erken saatlerde kalkıp metro ile Brüksel Merkez tren istasyonuna gittik. İstasyondaki danışma görevlilerinden nereden bilet alacağımızı ve en yakın tren saatini öğrendik. Yurtdışı biletleri normal gişelerden değil Travel Center denen istasyon içindeki ayrı bir ofisten satılıyormuş. Tren bilet fiyatları 2 kişi gidiş-dönüş 68 euro idi. 8:37’de kalkan InterCity (IC) model trenimiz oldukça konforlu ve sessizdi. 3 saat süren yolculuk sırasında biraz uyuyabildim biraz da dergi okudum. Kız arkadaşım ise yolculuklarda uyuyamadığı için dergi okudu.
Lüksemburg merkez istasyonu (Gare CFL) şehrin/ülkenin hemen dışında küçük bir istasyon, başka istasyon var mı onu da bilmiyoruz 🙂 Danışma ofisinden bir harita alıp merkeze doğru yürümeye başladık. Gardan çıkınca otobüs durakları var, pazar günü olduğu için oldukça sakindi. Durakların tam karşısında Snack İstanbul adlı dönerciyi görürseniz şaşırmayın. Bu arada hava çok olmasa da serindi ve biz sandaletlerimizle şortlarımızla pek hazırlıklı değildik.
Gare CFL de Luxembourg / Lüksemburg Tren Garı
İstasyondan şehir merkezine 15 dakika süren yürüme rotamızda lüks araba ve binalar dışında bir şey gördüğümüzü söyleyemem. Caddeler lüks markalarla ve sağlı sollu parketmiş lüks araçlarla dolu. Lüksemburg’un bizim tarzımızda, tarih seven, turistler için uygun olmadığını o an düşünmeye başladık. Sadece sarı renkteki telefon kulübeleri ilginç görünüyordu, hatta biraz sırıtıyordu şehir içinde. Avenue de La Gare caddesinden ve Pont Viaduc adlı viyadükten geçip Plateu du Saint Esprit meydanına çıktık. Yollarda bisikletler için ayrılmış bölümler olmasına rağmen bisiklet kullanan görmedim pek, belki sadece pazar günü olduğu için. Yolda büyük bir kiliseye (Cathédrale Notre-Dame) girdiğimizde pazar ayinine rastladık. Ayin sonunda katılımcılar önlerindeki, arkalarındaki ve yanlarındaki insanlarla tokalaştılar ki sanırım bir tür sosyalleşme uygulamasıydı.
Merkeze vardığımızda bizi ilk karşılayan Place de la Constitution Meydanı ve Goelle Frau (Altın Kız) heykeli. Meydan dediğime bakmayın, aslında bir otopark. Meydanın kenarındaki balkon gibi kısımlardan Vallée de la Pétrusse isimli vadiye bakabiliyorsunuz. Vadi üzerinde çok ünlü olan ve genelde herkesin üzerinde fotoğraf çektirdiği Ponte Adolphe (Adolphe Köprüsü) var. Bizim Lüksemburg’da bulunduğumuz tarihlerde köprü bakımdaydı ve her yanı iskele ve örtülerle kapalıydı. Meydandan vadiyi ve karşıdaki binaları fotoğrafladıktan sonra vadiye inip Vallée de la Pétrusse adlı parkta gezindik, Adolphe köprüsünün bakım iskelelerinin altından geçip şehrin asıl merkezi olan Place d’Armes meydanına yürüdük. Meydanın kalabalığını görünce turistlerin nerede olduğu hemen anlaşıldı. Tüm turistler -ki çoğunluğu yaşlı Avrupalı turistler- meydanın etrafındaki cafe ve lokantalarda oturmuş karınlarını doyuruyorlardı. Biz yemek işini daha sonraya bıraktık, meydandaki turizm ofisinden detaylı bir harita alıp önemli yerleri işaretledik ve elimizde harita gezmeye devam ettik.
Vallée de la Pétrusse / Pétrusse Vadisi
Gezerken ilk durağımız daha önce önünden geçtiğimiz Plateu du Saint Esprit meydanı oldu. Meydandaki binalar devlet binasıymış, çoğunlukla mahkeme ve adalet bakanlığına ait ofisleri. Meydanın sonundaki asansör şehrin en ilginç yapısı bence. Modern bir asansörle eski şehire inebiliyorsunuz. Aslında burada yanlış yaptığımızı söylemek gerek. Normal insanlar eski şehre yürüyerek inip asansörle çıkıyormuş biz tersini yaptık 🙂 Asansörle inip Grund ve eski şehir bölgesini gezdik. Eski şehir yukarıya göre hem tarihi hem daha güzel. Eski binalar ve büyük bir kilise var. Ayrıca eski şehirden ünlü Casemates du Bock yapılarını görebilirsiniz. Casemates tarih boyunca Lüksemburg şehrinin savunmasında yer almış, zamanla güçlendirilerek kale haline getirilmiş bir yeraltı sığınağı sayılabilir. Özellikle 17. yy ‘da bolca tünel kazılmış ve bu tünellere yerleştirilmiş toplarla şehir savunulmaya çalışılmış. UNESCO’nun dünya mirası listesindeki 400 yıllık bu yapıların ayakta kaldığını görmek güzel.
Casemates sonrasında yokuşlu yollardan Place de Clairefontaine meydanına çıktık. Buradan da binaların arasından Place d’Armes meydanına çıktık. Meydanda magnet satan bir genç ressamdan el yapımı magnetler satın aldık. Ne yiyeceğimizi bulamayınca cadde üzerindeki Pizza Hut‘a oturduk. Foursquare yorumlarında buranın pizzalarının çok başarılı olduğu söyleniyordu ki gerçekten haklıymış yorum yazarları. Pizzalarla birlikte Erdinger Dark biralarımızı söyledik ve 2 orta boy pizza ve 2x50cl biraya 32 euro ödedik. Yemek sonrası Brüksel’e 3 saatlik tren yolculuğumuz olduğu için akşama kalmadan dönmek istedik. Zaten Lüksemburg’da yapacak bir şey de kalmamıştı.
Old Town / Eski Şehir
Dönüşte yine tren istasyonuna yürüyüş, istasyondaki Paul‘de kahve ve 18:10 treniyle Brüksel’e dönüş.
Lüksemburg açıkçası benim için Old Town (Eski Şehir – Alt Şehir – Grund) dışında çok bir şey ifade etmedi. Üst şehrin her yanı araç ve otopark. Kesinlikle otoparkları çok seviyorlar. Ben ise araçların yarattıkları kültürsüzlükten, gürültüden, trafikten hoşlanmıyorum.
Gece Brüksel’e döndüğümüzde eksik kalmasın diye Brükselin sadece 60cm boyundaki maskotu Manneke Pis (İşeyen Çocuk) heykelini görmeye gittik. Açıkçası görmüş olmak için gittik biz. Etrafı, her şehirdeki ikonik heykeller gibi, fotoğraf çeken, selfie çeken uzakdoğulularla doluydu. Etraftaki çikolata satan dükkanlardan hediyelik çikolata (gezi sonuna doğru bütün o hediyelik çikolatalar eridi, temmuzda gidenlere uyarı yapayım) alıp, waffle denedik.
Manneken Pis / İşeyen Çocuk
Otele dönüşte sokaklarda gezerken Brüksel’in en kalabalık yerini keşfetmiş olabiliriz, Grote Markt geceleri gençlerin ve turistlerin yerlerde oturup bira içtiği ve sohbet ettiği bir yere dönüşüyormuş. Brüksel’de gördüğümüz en eğlenceli yerdi sanırım. Biz de kaldırıma oturup insanları izleyip eğlenceye katıldık.
Grote Markt / Büyük Meydan
Bir sonraki gün Prag’a geçmek için uçuşumuz var. Prag’ı daha çok merak ettiğimiz için heyecanlıydık. Otelimize yürüyerek dönüp uyuduk.
1. Gün Brugge
2. Gün Brugge
3. Gün Ghent
4. Gün Brüksel
5. Gün Lüksemburg
6. Gün Prag
7. Gün Prag
8. Gün Prag
Be First to Comment