30 Ağustos Pazartesi gününe denk gelince haftanın kalan günlerinde, hep aklımda olan Trakya gezisine çıkma fikri oluştu. İlk olarak 2 gün izin alarak 4 gece/5 gün olacak şekilde bir plan yaptım. Plana göre ilk durağım Kırklareli’nin Karadeniz kıyısındaki balıkçı kasabası Kıyıköy oldu.
Kıyıköy’e 2010 yılında o zamanlar eğitim aldığım fotoğraf klübünün çekim gezisi için gitmiştim. Bu kez motosiklete kamp eşyalarımı da yükledim, gitmeye hazırım.
Kıyıköy’e ulaşmak için, büyük bir hata yapıp, E-5 yolunu kullanarak Çerkezköy üzerinden gittim. E-5’in her zamanki, saçma, ne olduğu belirsiz trafiği Çerkezköy civarında kamyonların sayısının da artmasıyla daha da saçma bir hal aldı. Neyse ki herhangi bir sorun çıkmadan Saray üzerinden Kıyıköy’e vardım. Markete uğrayıp akşam için bir kaç parça yiyecek bir şeyler aldım sonra da kahvaltı yapmaya karar verdim. Çok fazla seçenek yoktu ben de en iyi seçenek görünen bir butik otelin bahçesinde kahvaltı yaptım. Fiyata göre değer mi denirse, hayır değmez.
Kıyıköy’de bir çok kamp alanı var; bunların çoğu plaja yakın olan ve denize doğru akan derenin kıyısında yer alıyor. Kafamdaki plan Kıyıköy’de 1 gece kamp yapmaktı. Bu sebeple yola çıkmadan önce kamp alanlarını incelemiş, en iyi yorumları olan kamp alanlarının listesini çıkarmıştım. Baktığım kamp yerleri eski manastıra giden yolun üzerinde, köprüyü geçerseniz kamp yerleri ve plaja ulaşıyorsunuz, geçmeden yolu yakıp ederseniz de manastıra ulaşıyorsunuz.
Göz attığım kamp yerleri içime sinmeyince yorumlarda en yüksek puanları almış olan, daha sonra kahvaltı yaptığım butik otele ait olduğunu da öğrendiğim bir kamp alanına gitti. Bu kamp yerleri diğerlerinin aksine koyun dışında ama yine dere kenarında idi. Etrafta başka kamp alanlarının olmaması sakinlik açısından artı puan katıyor. Ancak buranın en büyük eksisi yolu. Köye gelen karayolundan alana ayrılan, 250m’lik patikadan hallice yolda değil motosiklet araba vs, kağnı zor gider. Yorumlarda da en büyük eleştiri bu yola idi. Yol o kadar bozuk ki, zıplamadan 1 metre gitmek mümkün değil. Büyük taşlar, ıslanınca çamura dönüşen zemin sanırsınız bir motocross pisti. Öyle ki, kampa girip eşyaları bıraktıktan sonra köyü ve manastırı gezerim diye düşünmüş olsam da, aynı yolu dönüp tekrar girmek zulüm gibi geldiği için vazgeçtim gezmekten. Kamp ücreti de çok uygun olunca hemen yerleşip çadırımı kurdum sonra da ortak alandaki masalarda oturup kitap okumaya başladım. Fazla ihtiyacım olmaz, üstüne ağırlık ve yer kaybı diye düşünerek yanıma almadığım kamp sandalyemin eksikliğini ortak alanlardaki masa/sandalyelerde giderdim. Kamp genel olarak güzel, temiz ve düzenli. İşletmeciler de her türlü yardımı ve desteği veriyorlar.
Sakin, gürültüsüz bir akşam sonrasında huzurlu bir şekilde uyumuşum. Sabah erkenden uyansam da, sonra yine biraz uyuyup 8:30 gibi kalktım. İşin en zor kısmı çadır ve eşyaları toparlayıp yüklemek. Yola çıkışım 09:30’u buldu. Yola çıkmadan zaman varken manastırı ve Kıyıköy’ü tepeden görmek için tepeye çıkmaya karar verdim. Manastıra ve kamp alanlarına inen yol taş döşeli ve sinir bozucu, zıplaya zıplaya gittim. Manastırın içinden ve dışından fotoğraflar çektim. Bir kaç sığırın duvarlara yazdığı yazılar haricinde her şey doğal bir şekilde duruyor. Daha sonra Kıyıköy plajını ve derenin etrafındaki kamp alanlarını gören tepe kısma gidip oradan da fotoğraf çektim ve Kıyıköy’den Edirne’ye doğru yola çıktım, geldiğim yoldan değil Vize üzerinden.
Be First to Comment