Metropolis antik kentini gezdikten sonra Torbalı üzerinden eski yoldan ailemin yaşadığı İzmir ‘e vardım. İzmir ‘deki yollarda şeritlerin İstanbul ‘a göre daha dar olduğunu hissettim. 2 gece boyunca ailemde kalıp, kaldığım günlerden birinde İzmir ‘e 90 km uzaktaki Manisa’nın Salihli ilçesindeki Sardes antik kentini gezmeyi planladım.
Yıllar boyunca yaşadığım İzmir’i unuttuğum için bildiğim yollardan Bornova ‘ya oradan da Salihli ‘ye ulaşmaya karar verdim. Bahsettiğim yol inanılmaz kamyon dolu, kamyonların birbiri ile yarıştığı bir yol. Motosiklet kullanmayı sevmediğim yollardan biri oldu kendisi.
Antik dönemde Lidya’nın başkenti olan Şart (veya Sardes) kentine ulaştığınızda sizi girişten itibaren tüm haşmeti ile kentteki en büyük yapı olan Gymnasıum karşılıyor, açıkçası görüntüsü büyüleyici geldi bana. Gymnasıum arkasında da hamamlar var.
Kentte Roma döneminden kalma sinagogun restorasyonu devam ettiği için kapalı, gezilemiyor, hatta kilitli ama ben kilitli parmaklıklı kapıdan aşağıdaki fotoğrafı çekebildim Sinagogun hemen yanındaki sütunlu ana cadde üzerinde o zamanlar dükkan ve taverna olarak kullanıldığı düşünülen küçük alanlar var.
Sardes Sinagog
Tapınağın da sadece sütunları kalmış maalesef.
Sütunlu caddeyi de gezdikten sonra karayolunun diğer kısmında bulunan antik dönem halkının evlerini ve tepedeki kalıntıları görmeye gittim.
Tepedeki kalıntılar çok fazla bilgi vermiyor maalesef. Ben de tepedeki manzarayla scooterin fotoğrafını çektim.
Sardes kentini gezmeyi bitirdikten sonra tekrar aynı yoldan yine kamyonlarla birlikte İzmir merkeze döndüm. Yorgunluk, düş, dinlenme sonrasında maaile rakı masası ve yemek.
Sabah işe aile ile vedalaşıp yine kendi bildiğim yollardan Bergama’ya gittim. Bergama’nın yolları neredeyse tamamen arnavut kaldırımı taşlardan yapılmış, sınır bozucu.
Bergama’da önce antik dönemlerde hastaların şifa bulmak için geldiği bölge olan Asclepion ‘u buldum. Kentte antik dönemde hastalara su sesiyle, müzikle, uykuyla ve diğer yöntemlerle tedavi sağlanmaya çalışılırmış. Kentteki bir çok bina ayakta duruyor. Tiyatro, tedavi binası diyebileceğimiz yuvarlak yapı, galerilerin sütunları ve en önemlisi Krytoporticus denen ve tedavi merkezi ile şifalı su çeşmesini birbirine bağlayan yeraltına inşa edilmiş tünel yolu. Tünel bugün de ayakta ve merdivenlerinden hala su akıyor.
Asclepion’da bulunan tiyatro çok büyük olmayan, restore edilmiş bir Roma tiyatrosu, ilginç gördüğüm seyirci oturma yerlerinin köşelerinde bile golem tarzı heykeller olması.
Asclepion’u gezdikten sonra asıl hedef olan Pergamon Acropolis’ine gitmek için tekrar yola düştüm. Acropolis’e çıkmak için 2 yöntem var. Birincisi tepeye çıkan teleferikle çıkmak, ikincisi de araçla çıkmak. Araçla çıkmak isterseniz Acropolis tepesinin etrafını dönen kötü olmayan bir yoldan bol manzara eşliğinde yukarı çıkılıyor. Manzarası şöyle bir şey.
Pergamon tiyatrosu oldukça eğimli bir dağ yamacına kurulmuş oldukça büyük bir tiyatro. Şu ana kadar gördüğüm en güzel antik tiyatrolardan biri bence. Tiyatroya agoradan inebilmek için merdivenli bir tünel yapılmış.
Tiyatro için girilen tünelden çıkınca şöyle bir manzara karşınıza çıkıyor ve insani şaşırtıyor. Tiyatro dik olduğu için inmesi bile zor oluyor. Tiyatronun en alt kısmında zamanında teraslar varmış ancak bugün harap durumdalar.
Pergamon şu ana kadar gördüğüm en etkileyici tiyatrolardan birine sahip olan, harika bir yere kurulmuş bir kent. Daha onlarca fotoğraf yayınlayarak hakkında konuşmak mümkün. Bu gezimin son antik kenti olması da çok anlamlı oldu.
Pergamon’u gezdikten sonra direkt İstanbul’a geçmek yerine en yakın sayfiye yeri olan Dikili’de kalmaya karar verdim. Şansıma Dikili ‘de de inanılmaz sayıda sokak çalışması var. Önce bir arkadaşımın önerisi ile Bademli tarafına gideyim dedim ama o bölgede çok fazla pansiyon/otel seçeneği olmadığını farkedince merkezde kalmakta karar kıldım. Köstebek yuvası haline gelmiş sokaklardan caddelerden kaçmaya çalıştım ama en son yine ana caddede deniz manzaralı 3 yıldızlı bir otel buldum, oldukça da konforlu ve düzgün bir oteldi.
Dönüş yolunu Dikili – Ayvalık – Balıkesir – Bursa – Yalova şeklinde yaptım. Neden bilmiyorum kullandığım rota uygulaması rotayı çizmesine rağmen, İstanbul’da otoparkta iken kaydetmeye çalışırken kaydedemedi ve kapandı gitti.
Yolda, Uluabat gölünü geçtikten sonra yolda yaklaşık 80-90km/sa hızla giderken sağ bileğimde sinek gibi bir şey hissettim, kolumu salladım çıktı sandım. Bir kaç dakika sonra büyük bir acı ile bileğimden içeri girenin bir arı olduğunu anladım. Hemen sağa çekip eldivenleri fırlattım ve montumu çıkardım. Bileğimi sokan arkadaşın bal arısı değil büyük, sarı/siyah ve kıllı bir arkadaş olduğunu gördüm. Kolum acımaya ve kabarmaya, kızarmaya başladı, alkol sürdüm ve en yakın benzin istasyonuna girdim.
Çocukken arı soktuğu için alerjim olmadığını düşünüyordum ama arının cinsi tedirgin de etti açıkçası. Telefonda biraz okuma sonrasında, daha 200km motosiklet süreceğim için, bir şey olmayacaksa bile tedbiren acile gitmeye karar verdim. Otoyola girip Bursa Şehir Hastanesi’ne girdim. Acilde elimde kask, sırtımda motosiklet montu görmelerine rağmen alerjiyi engellemek için yatıştırıcı (sedatif) etkisi olan bir ilaç enjekte etmeyi istediler ancak ben kabul etmedim, sonuçta daha 200km sürüşüm vardı, yolda uyuyamazdım. İlginç olan doktorun ya da sağlık memurunun ilaç hakkında hiç bilgi vermemesi. Yan etkisi nedir, ne için yapıyoruz, başınıza ne gelecek, umurlarında bile değil. Benzin istasyonunda geçen süre, hastaneye ulaşmak için geçen süre, hastanede beklemek ile geçen süre artı benim güvenli alanda kalmak için beklediğim süre ile zaten zehirlendiysem o saate kadar zehirlenmiş olacağımı düşündüğüm için tehlikenin geçtiğine karar verip tekrar yola koyuldum.
Sonrası bilinen yollar, Bursa – Yalova – feribot – Anadolu Yakası.
Be First to Comment