İspanya gezimizin 3.gününde Madrid’i gezmeye erken başladık. Hava bulutlu olduğu için gezmek daha kolay olacaktı. Sırt çantamızı ve fotoğraf makinemizi alıp önce otelimizin 100 metre uzağındaki Plaza Mayor meydanına gittik. Sabah saatlerinde boş olan meydanı gezmeyi daha sonraki saatlere bırakıp asıl hedefimiz olan Palacio Real de Madrid (Kraliyet Sarayı) ‘e doğru yürümeye başladık. Çok düzenli caddelerde ve meydanlarda ara sıra durup etrafa bakındık, yol üstünde bulduğumuz Coviran isimli süpermarketten su, kruvasan ve sandviç yapmak için malzeme aldık.
Kraliyet sarayını görmeden önce hemen yanındaki devasa boyuttaki kilisesine girmeden olmazdı. Kilise adından da anlaşılacağı gibi kraliyet hanedanı için yaptırılmış ve onların kullanımına sunulmuş. Kilise ziyareti ücretsiz, bağış kabul ediyorlar.
Kiliseyi gezdikten sonra hemen karşısındaki Palacio Real de Madrid ziyareti için kısa bir sıra bekledik. Sarayı ziyaret 10 euro, her müzede olduğu gibi sırt çantasıyla giriş yasak. Sarayda farklı olarak fotoğraf çekimi de yasaklanmış. Saray genel olarak bizdeki Dolmabahçe sarayıyla karşılaştırılabilir. Açıkçası detaylı bir karşılaştırma yapamam. Ana binadan çıkınca saray kompleksine ve ziyaretine dahil olan Real Armoury (Kraliyet Ordu Müzesi gibi çevirebiliriz sanırım) müzesine girdik. Müze ortaçağdan kalma askeri zırh, silah ve araçlarıyla dolu. Devasa atlı şövalye maketleri tüm heybetiyle sergileniyor. Yine fotoğraf çekmek yasak idi.
Yorucu bir saray/müze gezisinden sonra, sarayın kompleksine dahil olan yeşillikleri arasında banklarda oturup hazırladığımız sandviçleri yedik, biraz dinlendik. Bahçeler oldukça büyük ve yemyeşildi.
Biraz güç kazanıp Plaza Espana meydanına yürüdük. Buradaki parkta belki de İspanya’nın simgelerinden ünlü Don Quixote ve Sancho Panza heykeli var.
Parkta biraz oturup dinlendikten sonra Plaza Espana metro istasyonundan metroya bindik, Sol istasyonunda aktarma yaptıktan sonra bir sonraki durağımız için Retiro istasyonunda indik.
Parque del Retiro veya Parque del Buen Retiro 19. yüzyılın sonlarına kadar İspanyol kraliyet ailesine ait olan, daha sonra ise halka açılan devasa (1.4 km2), harika heykel ve anıtlarla, galerilerle dolu bir park. Yapay bir gölü ve paten pistleri de var. Ayrıca park içerisinde 3 Nisan 2004 tarihinde Madrid’de trenlere yapılan bombalı saldırı (11-M) anısına ağaçlık bir alan da var. Buradaki 192 ağaç saldırıda ölen 192 kişiyi simgeliyormuş.
Parkta gezerken hava serinlediği için dönmeye karar verip Puerta de Alcalá meydanından metroya binip Sol meydanına döndük.
Sol meydanından otele dönüşte karnımız acıkınca etrafta yerel restoran aramaya başladık. Otelin hemen paralel sokaklarından birinde harika bir yer keşfettik, Cervecería Sol Mayor. Foursquare’de yanlış check-in mi yaptım bilemiyorum çünkü kahve dükkanı olarak görünmesine rağmen burası halis bir ispanyol fast-food dükkanı. Önce çekinerek girdiğimiz dükkandaki tapas, boccadillo ve ucuz birayı görünce tam yerine geldiğimizi anladık. Ben minyatür kalamarlardan, kız arkadaşım ise ekmek arası kalamar sipariş etti. Birayı su bardağında veriyorlar. Minyatür kalamarların tadı harikaydı hatta kız arkadaşım kendi yemeğini bırakıp benim tabağıma sulandı. Toplam 15 euro tutan hesabımızı ödeyip tekrar gelmeye karar verdik.
Yemekten sonra Plaza Mayor’a yürüyüp turistlere yeteneklerini sergileyen sokak sanatçılarını izledik daha sonra da tüm Avrupa şehirlerinde görmeye bayıldığım bir yer, pazaryerine gittik. Tam ismi Mercado de San Miguel olan kapalı pazaryeri çok renkli, tam ortada yemek ve içmek için ortak masaları olan bir yer. İnsan girince kayboluyor ve çıkmak istemiyor. Tapas, boccadillo, sangria, bira, şarap, deniz ürünleri, et, sebze, kurutulmuş ürünler, baharat vb. satan ve sunan onlarca dükkan var. Burayı görünce aslında neden az önce karnımı doyurdum diye hayıflanmadım da değil aslında. Yemek yediğimiz için birer tapas deneyip sangria içtik, hesabımız da 7 euro tuttu.
Be First to Comment