Cuma günüydü karar verdim; hafta sonu Bursa’ya gidiyorum. Daha önce çok kez Bursa’dan geçmeme rağmen şehir içinde çok gezmemiştim ve hiç kalmamıştım. Rotamı da belirledim, feribotla Yalova’ya geçip eski yoldan Bursa, dönüş ise İznik Gölü’nün güneyinden İznik, oradan da benim standart yolum Boyalıca-Karamürsel yolundan Yalova, feribotla geri dönüş. Çok eşya almadım zaten 1 gece kalacağım, yedek t-shirt, şort, yedek çorap, ne olur ne olmaz diye bir polar.
Feribottan sonra ilk benzin istasyonunda benzin aldıktan sonra yolculuk başladı, durmadan Bursa’ya girmeyi planlıyordum ama daha 10km olmuştu ki, Atatürk Köşkü tabelasını görünce, haydaaa deyip köy yollarından, Safran-Kadıköy-Yenimahalle-Termal şeklinde köşke ulaştım.
Yeşillikler içindeki köşk Atatürk bu bölgeyi çok sevdiği için cumhurbaşkanlığı yazlık konutu olarak yapılmış. Ücretli olan müzeye girişler grup halinde alınıyor ve bir rehber köşkü gezdirirken her odayı tek tek anlatıyor. Köşkte Atatürk ve manevi kızlarının kullandığı odalar, toplantı salonu, ev eşyaları, dönemin mobilyaları sergileniyor. İçeride fotoğraf çekimi yasak maalesef, o yüzden dışarıdan fotoğraf çekmekle yetindim.
Sorunsuz bir şekilde Bursa’ya geldikten sonra haritamda daha önce işaretlediğim gezilecek yerlere baktım. Önce Merinos Parkı’na gittim amacım içerisindeki Enerji Müzesi’ni gezmek. Ancak müze tadilatta olduğu için kapalıydı, ben de hemen yanındaki Tekstil Sanayii Müzesi’ne girdim. Merinos Parkı Türkiye Cumhuriyeti’nde sanayileşmenin sembollerinden olan ve Atatürk tarafından açılan tarihi Sümerbank Bursa Merinos Fabrikası’nın arazisi üzerinde kurulmuş. Park içinde Merinos Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi, belediyenin nikah salonu gibi diğer sosyal tesisler de var.
2 katlı müzede dönemin endüstri teknolojisini gösteren makine ve teknik ekipmanlarla birlikte her bölümde sırası ile merinos koyunundan alınan kirli yün yapağının hangi aşamalardan geçerek yünlü kumaşlara dönüştüğünün hikayesi anlatılmış. Ayrıca bir Atatürk odası bir de ipek bölümü ve bir de kimya laboratuvarı var. İpek bölümünde ipek böceğinin koza halinden iplik haline gelene kadar ki aşamalar sergilenirken, kimya bölümünde de fabrikanın ihtiyaç duyduğu ve yaptığı testler anlatılmış. Makineler arasında işçilerin kıyafetleri, kullandıkları giriş kartları vs sergilenmiş. Ayrıca müzeye çıkan merdivenlerde de fabrikanın ve işçilerin fotoğrafları da var. Özellikle servis bekleyen işçilerin fotoğrafı çok güzeldi.
Dönemin ruhunu anlatması bakımından önemli bir müze ve gezmesi kolay. Çoğu bilgi detaylı ve güzel tasarlanmış. Binada 2 müze daha var aslında, diğer müzeler de Göç Müzesi ve Vakıf Kültürü Müzesi.
Göç müzesinde tarih boyunca Bursa şehrinin aldığı göçler, göç eden topluluklar, kişiler, göçlere sebep olan savaşlar fotoğraf ve malzemelerle anlatılmış. Bursa’nın demografik yapısının nasıl oluştuğunu anlatan güzel bir müze.
Bu müzeleri gezdikten sonraki durağım başka bir park içindeki başka bir müze, Bursa Arkeoloji Müzesi. Çok ilgisiz görevlilerin çalıştığı bu müzenin daha büyük daha kapsamlı olmasını beklerdim ancak bana kalırsa Bursa için küçük. İçinde her müzeden bildiğimiz pişmiş topraktan çömlekler, fibulalar, savaş ve av aletleri dışında çok güzel mezar stelleri ve heykeller var, detaylarına bayıldım bazı stellerin. Çok uzun süre kalmadan hızlıca gezdim müzeyi.
Durmak yok, gezmeye devam. Gezmek için işaretlediğim yerlerden bir tanesi de Tofaş Türkiye Arabaları Müzesi. Sokak aralarında kaldığı için bulması biraz zor oldu. Restore edilmiş eski bir ipek fabrikası binasındaki müze Anadolu’da toprak altında bulunan ilk at arabasıyla başlıyor. Öküz arabasından, at arabasına, faytona ve Tofaş’ın Türkiye’de ürettiği “Kuş Serisi” otomobillere uzanıyor. İlk veya son üretilen Tofaş otomobiller sergilenmiş. Teknolojiye ve otomobillere biraz bile ilgi duyanların seveceği güzel bir müze, üstelik ücretsiz. Müzenin yanındaki Umurbey Hamamı’nda ise geçici sergiler yapılıyormuş ben ziyaret etmedim.
Tofaş Müzesi’nden sonra hemen yakınlardaki 1400’lü yıllardan kalma Irgandı Köprüsü’nü ve çarşısını buldum. Floransa’daki Ponte Vecchio gibi köprünün her iki yanında dükkanlar var. Bu yaklaşık 50m uzunluğundaki küçük köprüde eskiden ne dükkanları vardı bilmiyorum ama bugün hepsi neredeyse ya cafe ya da hediyelik eşya dükkanı. Buradan bir magnet alıp bir kaç fotoğraf çektikten sonra tekrar motosiklete atlayıp şehir turuna devam ettim.
Yakınlardaki Bursa Kent Müzesi’ne de 2014 yılında gelmiştim sanırım, o zaman bu kadar detaylı gezebilmişmiydim hatırlamıyorum. Müzede bir çok konuda Bursa’ya dair bir çok eser, eşya, bilgi, fotoğraf, metin bulmak mümkün. Ayrıca üst katında mahalle 70-80’lerde mahalle yaşamına dair bir sergi var. Gezmesi eğlenceli güzel bir müze, tam bir nostalji tüneli.
Artık yemek zamanı, Bursa’da olduğumuza göre iskender. Motosikleti Kent Müzesi önünde bırakıp heykel civarında ünlü bir iskendercide yedim, çok beğenmedim pahalı fiyatına rağmen çok iyi değildi.
Yemek işi de tamamlanınca kaldı kaldı kalacak yer meselesi. Şehir merkezine yakın, yürüme mesafesinde uygun fiyatlı otel deyince pek fazla sonuç çıkmıyor. Çıkanlardan bazılarını da ben beğenmedim. Sonunda eski ahşap bir binada küçük bir odası olan bir otel buldum. Temiz, açık otoparkı olan, sokak arasında kendi halinde bir otel. Hatta odanın önünde veranda da masalar bile var. Resepsiyondaki amca ile fiyatta anlaşıp hemen motosikleti alıp geldim.
Ayakları dinlendirme ve duş sonrasında henüz dükkanlar kapanmadan Koza Han, Kapalıçarşı, Uzun Çarşı civarında biraz dolaştım. Çok bana göre yerler değil, çok kalabalık, kültürel olarak karmakarışık, ruhu olmayan yerler gibi geldi.
Zafer Plaza civarında bir kahvecide kahve keyfi yaptıktan sonra artık hava kararmaya başlayınca fotoğraf çekmek için Tophane tepesine çıktım. Merdivenlerle çıkılan şehrin ortasındaki bu tepede tarihi bir saat kulesi etrafında ve merdivenlerde set halinde çay bahçeleri ve nargileciler var. Tüm Bursa sanki buradaymış gibi de bir kalabalık bir kalabalık.
Tepedeki seyir terasında insanlardan fırsat buldukça video (hyperlapse denemesi yaptım) ve fotoğraf çektim, çay bahçesinden birinde soğuk bir şeyler içtikten sonra da otele yürüdüm.
Odadaki yatağım rahat, klimam çalışıyor, tekelden de biramı almışım, değmeyin keyfime. Geceyi böyle bitirdim.
Rahat uyku böyle bir şeymiş, sessiz sakin ve dinç uyandım. Kahvaltı da güzel olsaydı daha mutlu olurdum ama ne kadar ekmek o kadar köfte. Eşyaları toplayıp otelden çıktım, gezeceğim yerler belli. Önce Zindankapı sonra da Uludağ. Bir internet platformundan tanıştığım arkadaşım da haftasonu Uludağ ‘da bir koşu organizasyonunda olacaktı ama bir türlü karşılaşamadık. Uludağ’a cumartesi çıkmış olsaydım muhtemelen yolda koşarken yakalardım onu 😀 Uludağ’a 2013 yılında otobüsle çıkmıştım o yüzden yollarını bilmiyorum, göreceğiz bakalım.
Zindankapı; Roma, Bizans ve Osmanlı tarafından da kullanılan Bursa Kalesi’nin kapılarından biriymiş ve belediye tarafından restore edilip müze ve sanat galerisi haline getirilmiş. Müze içinde her katta farklı bir dönem canlandırılmış. Girişte zindanda tutulanların infaz edildiği kanlı kuyu varken bir üst katta Bursa’nın kuruluşu, şehir surlarının tanıtımı, o dönemlerde kullanılan silahların kopyaları, tarihi bilgi alınan yazılar, interaktif kiosklar ile oyunlar ve animasyonlar, projeksiyon ile yansıtılan videolar bulunuyor.
Üçüncü katta ise surların restorasyon aşamaları ile ilgili bilgiler bulunurken, buradan diğer kulelere geçiş yolları var.
Zindankapı’dan sonra rotamı Uludağ’a çevirdim, önce kötü zeminli şehir sokaklarından, sonra bozuk asfaltlı uzak mahallelerden geçip sonunda güzel asfaltlı anayola çıktım. Virajlarla dolu yol tırman tırman bitmiyor, tırmandığım yükseklik yaklaşık 2100m. Yol boyunca bir çok seyir tepesi, çay bahçesi ve et restoranı var. Bir noktadan sonra milli parka giriliyor. Bu noktadan itibaren özellikle kış dönemi için çok fazla uyarı var, tehlikeli noktalarda park edilmemesi, bitkilerin koparılıp taşınmaması, ateş yakılmaması vs.
Uludağ 2. Bölge’ye ulaşınca arkadaşıma mesaj attım ama çoktaaaann İstanbul’a dönmüş bile. Ben önce koşu etkinliğinin alanında biraz gezindim, sonra kamp alanına baktım, sonra da teleferik istasyonundaki cafede bir şeyler içtim. Evet, motosikletle çıkmak zorunda değilsiniz, teleferikle çıkabilirsiniz 🙂
Bir hedefi daha gerçekleştirip aynı yoldan tekrar şehre indim. Yolumun üzerinde Hünkar Köşkü Müzesi var, yine saçma yollardan, taş döşeli küfür ettiren yokuşlardan, zamanında av köşkü olarak yaptırılmış köşke ulaştım. Biraz bahçesinde dolaştım, çay bahçesinde soğuk bir şeyler içip geri dönmeye karar verdim, içini gezmekten o an vazgeçtim nedense.
Bozuk yollar, şehir içi yollar, yola atlayan yayalar, garip trafik ışıkları, ara gaz veren şahinciler vs derken artık son hedefime gidiyorum, Cumalıkızık.
Cumalıkızık amatör ya da profesyonel fotoğraf çekmeyi seven herkesin gittiği, güzel pozlar yakalanan, renkli eski Osmanlı evleri ile ünlü bir köy iken bugün Şirince haline dönmüş, öyle ki otopark sorunu, kalabalık, her yerin ticarethane haline gelmesi en büyük sorunlar. Daracık sokaklarına park edilmiş araçlar, her yerde bir şeyler satmaya çalışan köy insanları vs. Ban çok yapay geldi.
Motosikleti asfaltın bittiği yere park edip ayakkabılarımı değiştirdikten sonra sokakları gezdim, bolca fotoğraf çektim, ünlü “Cin Aralığı” sokağını buldum, magnet aldım, soğuk bir şeyler içtim ve köyün kalabalığından kaçtım.
Dönüş yolunu bilerek uzattım, önce Yenşehir yoluna çıkıp daha sonra köy yollarından İznik Gölü’nün güneyine çıktım, İznik içinden geçip en sevdiğim yollardan biri olan Boyalıca-Karamürsel yoluna saptım. Bu kez Karamürsel değil Altınova’ya çıkmak için daha bozuk ama daha yeşil yolu seçtim.
Yalova-Pendik feribotuna geldiğimde çok fazla sayıda motosiklet vardı, bazıları sanırım Balıkesir de motosiklet festivalinden dönüyordu. Ancak işin garibi feribottaki 20 kadar motosikletten sadece 2 tanesi aynı modeldi, diğerlerinin hem sınıfları, hem tipleri hem de markaları farklıydı.
Feribot sonrası yine bir sürü trafik ışığıyla boğuşmaca ve eve ulaşma.
Dönüş rotası;
Bursa’ya kadar gelip Panorama müzesini gezmeden,ördekli kültür merkezinde Osmanlı çayı içmeden geri dönmüşsünüz. Büyük kayıp.
Bir dahakine artik 🙂