Aslında geçen yıl gitmeyi istediğimiz Gökçeada’ya ancak bu yaz gidebildik. Gökçeada ile ilgili çok duyduğumuz şeyler genelde “huzur, sakinlik, çorak topraklar, rum köyleri, rüzgar” idi. 29-30 Ağustos 2015 haftasonunu ayarlayıp 2 gece kaldık. Gerçekten de yazılanlar çok farklı değilmiş.
Gökçeada gezimizdeki en büyük sorun araç kullanmıyor oluşumuz idi. Gerçekten de aracınız yoksa ya da kullanmıyorsanız Gökçeada gezmesi zor ve gezerken zevk alamayacağınız bir yer oluyor. Adada toplu taşıma çok zayıf. Düzenli otobüs/minibüs seferleri sadece merkezden bazı köylere bazı saatlerde var, o saatler de çok sınırlı. En çok sefer Kaleköy’e yakın olduğu için merkez yerine Kaleköy de kalmayı tercih ettik. Bunun için http://www.gokceadarehberim.com sitesinden de yararlanarak Kastro Konak Otel ‘de 2 gecelik oda ayırttık. 2 gecelik çift kişilik oda için 300 TL ödedik.
Gökçeada’ya gitmek için uçak seferleri Çanakkale üzerinden yapılabilir. Bunun için Çanakkale havaalanından Eceabat’a oradan da Kabatepe limanına geçmeli, limandan kalkan feribot ile de Gökçeada’ya ulaşmalısınız. Oldukça zor değil mi? Aslında Gökçeada da merkez ile Kaleköy arasında bir yerlerde küçük uçakların inebileceği bir pist var, pist diyorum ama pist demek bile zor, zaten kullanılmıyormuş artık. Küçük Yunan adalarına bile jetlerin indiğini öğrenince neden Gökçeada’daki pisti kullanamadığımızı anlayamıyorum. Bizim garip fikirli havayollarımız nedense ismini bile söyleyemediğimiz uzak yabancı şehirlere uçarken, kendi şehirlerine uçmaz.
Gökçeada ‘ya gitmek için göreceli olarak daha kolay yolu ise şehirlerarası otobüslerle ulaşım. Bunun için Truva Turizm’den iki kişilik bilet aldım. Otobüs Çanakkale üzerinden Kabatepe Feribot İskelesi‘ne, Kabatepe’den feribotla Gökçeada merkeze kadar gidiyormuş, tam bize göreydi. Araçla gidiyorsanız aynı yolu takip etmelisiniz. Feribotlar küçük ve saatleri sınırlı, bu yüzden sabah saatlerinde orada olmanız daha iyi olacaktır. Feribot merkeze 5 km uzaklıktaki Kuzu Limanı isimli bir koya yanaşıyor, yani merkez adanın ortasında bir yerlerde, kıyıda değil, açıkçası bu da garip geliyor bana.
Gökçeada merkezde otobüste indikten sonra biraz bakındık sonra da Kaleköy’e gitmek için otobüs/minibüs aradık. Adanın merkezi Anadolu ‘nun küçük bir ilçesinden farklı değil. Merkezde küçük bir meydanda, belediye binası, PTT, Ziraat Bankası, Atatürk ve İnönü isimli caddeler ve belediyenin hoparlöründen gelen önemsiz duyurular. Merkezde yeterli sayıda ihtiyacınız olabilecek dükkanlar, bankalar, marketler bulunuyor. Bizde Carrefour ‘dan su ve bira aldık. Alışveriş sonrasında meydanın yakınındaki otobüs durağında Kaleköy‘e giden otobüs saatlerine baktık, her yarım saatte bir var görünüyordu. Belediyeye ait ilk kalkan minibüsle yaklaşık 5 km uzaklıktaki Kaleköy’e gittik, minibüs ücreti kişi başı 1,5 TL.
Kaleköy adanın kuzeybatı ucundaki küçük bir balıkçı limanı. Burada askeriyenin küçük bir plajı var kullanılıyor mu bilmiyorum. Ayrıca İstanbul Üniversitesi’nin Su Ürünleri Fakültesi’nin bir araştırma birimi de burada yer alıyor. Minibüsler belli saatlerde, otelimizin de bulunduğu, Yukarı Kaleköy adlı mahalleye çıkıyormuş ama bizim saatimiz uygun değildi. Limanda inip biraz etrafa bakındık, sonra da valizimizi alıp sıcak havada yaklaşık 1 km yokuş yukarı yürüdük. (Araç kullanmıyor oluşumuza ilk küfrettiğimiz nokta sanırım burası oldu.) Otele yerleşmeden önce kahvaltı yapmak için, ismini daha önce çokça okuduğumuz Mustafa’nın Kayfesi ‘ne gittik. Burası ağaçlar altında, serin bir mekan. Kahvaltısı güzel, çayı ise başarısız. 2 kişilik serpme kahvaltı için 43 TL ödedik. Kahvaltı sonrasında, 100 metre uzaklıktaki otelimize yürüdük.
Otelimiz Castro Butik Otel, (Castro, Rumca Kale demek) Kaleköy ‘ün tepe noktasına yakın 2 katlı küçük bir aile işletmesi, kahvaltıları otelin bahçesinde kendi kaldıkları odaların önündeki masalarda veriyorlar. Binanın üst katı bölünerek basit ama geniş ve ferah 3 oda oluşturulmuş. Odaların kendine ait balkonları da bölünerek oluşturulmuş, klima yerine de tavanda pervane var, oldukça başarılı. Kablosuz bağlantı odalarda çok iyi olmasa da balkonda iyi durumda, akşamüstleri balkonda bira içip dinlenmek güzeldi. Bu arada balkondan deniz manzarası yok ama Gökçeada’nın kullanılmayan havaalanının otlarla dolmuş pistini görebiliyorsunuz. Otelin bulunduğu yerden limana iniş, patikadan yürüyerek 5 dakika alıyor. Limanda çok fazla bir şey yok, 2-3 tane balık restoranı, çay bahçesi ve 1-2 tane hiç müşteri görmediğimiz cafe.
Bizim gittiğimiz haftasonu Gökçeada ‘da motosiklet festivali yapılacakmış o yüzden yollarda ve adanın çeşitli noktalarında çok sayıda motosikletli gördük. Festival programına göre Kaleköy limanında bir konser düzenlenecekti ama biz denk gelmedik, sanırım yapılmadı. Yine festival içeriğine göre kullanılmayan havaalanı pistinde motodrag yarışları yapılacağı yazıyordu.
Odamıza yerleşip biraz dinlendikten sonra çok kişi tarafından beğenilen ve önerilen bir Rum köyü olan Zeytinli Köyü‘ne gitmeye karar verdik ancak araç problemi burada en önemli sorun oldu. Çünkü merkezden Zeytinli ‘ye giden herhangi bir toplu taşıma aracı yokmuş, biz de taksi ile gitmek zorunda kaldık. Taksi ücreti de çok ucuz değil açıkçası, uzaklık yaklaşık 8-10 km ve 25TL tutuyor. Köyde yapacak çok bir şey yok, eski rum evlerini, sokaklarını gezmek, köyün ortasındaki bir kaç kafede sakızlı kahve içip sakızlı dondurma veya başka tatlılar yemek mümkün. Biz Nostos isimli kafede biraz oturup birer kahve içtik, sakızlı muhallebi yedik. Tatlardan ve hizmetinden olukça memnun kaldık. Daha sonra da yine çağırdığımız taksiyle merkeze döndük, dönüş için ise 15TL ödedik. Kahve ve muhallebinin tadı oldukça güzel olsa da 60TL ‘ye kahve içmiş olduk 🙂
Merkezde minibüs beklerken meydandaki Meydani isimli pastanede çay ve sakızlı/bademli kurabiye yedik. Efibadem markasıyla sundukları bademli kurabiyeler oldukça güzel, hatta dönerken birer kutu aldık. Tarifi ve adı zamanında Gökçeada rumlarından Efi isimli bir kadından geliyormuş. Pastanenin dondurmaları da fena değil. Merkezden minibüsle otele dönüp daha sonra dışarı çıkmak için hazırlandık. Aslında aklımızdaki fikir Kaleköy’ün tepesindeki kale kalıntılarında gezip güneşin batışını izlemek ve fotoğraf çekmekti. Ancak güneşin batmasından sonra fikir değiştirip tepedeki restoranda rakı içmeye karar verdik.
Kaleköy’ün en tepesinde kayalıklar üzerine hazırlanmış bir zemindeki renkli masalarda rakı masası kuran bir restoran İmroz Poseidon. Gökçeada’nın kuzeydoğusundan Ege Denizi’ne bakan restoranın balıkları taze ve büyük, mezeleri başarılı, hizmeti ise kusursuz. Masalara 50 metre uzaktaki mutfak binasından Yunan müzikleri yayınlanıyor. Balık yemediğimiz 4-5 çeşit meze, 1 ara sıcak, 35lik rakı istediğimiz masamıza 160TL hesap geldi, ancak aynı hesabın İstanbul’da çok daha fazla geleceğine eminim, manzaraya ve hizmet kalitesine değer diyebilirim. Manzara şöyle:
Rakımız bittikten sonra biraz yıldızlara bakıp karanlık patikalardan otelimize döndük ve uyuduk.
Be First to Comment