Amsterdam’da 2. günümüze kahvaltı yapmak için farklı yerler arayarak başladık. Hollanda’nın yemek kültürünün başarılı olmadığını bildiğimden bu konuda telefonumdaki Foursquare uygulamasına güvendim. Elimizde telefon ile kahvaltı yapacak bir yerler aradık ve sonunda yüksek puanları ve güzel yorumları olan B&B Lunchroom ‘da karar kıldık. Leidsplein meydanından Dam meydanına doğru yürürken tramvayların geçtiği Leidsestraat üzerinde küçük ama kalabalık bir kahvaltı salonu. Türk tipi kahvaltıya uzak ama continental tipi kahvaltıdan da başarılıydı. İki kişilik kahvaltı için 20 euro verdiğimizi düşünürsek fiyatlarının ucuz olduğunu söyleyemem ancak kız arkadaşım da memnun kaldı ben de.
Kahvaltı sonrası sokaklarda biraz yürüdükten sonra şehrin müzelerle dolu bölgesine yürüdük. İlk müzemiz Van Gogh Museum oldu. Çoğunlukla Van Gogh ve onunla aynı zamanlarda yaşayan Hollanda’lı ressamların eserleriyle dolu gezmesi uzun süren, başarılı bir müze. I Amsterdam kartımız olduğu için müzeyi ücretsiz gezdik.
Van Gogh Müzesi’nden sonrakı durağımız Rijksmuseum oldu. Bir sanat ve tarih müzesi olan müze de çoğunlukla Hollanda tarihine ait eserler var. Bunlardan en önemlileri Vermeer ve Rembrandt eserleri. Özellikle 2. kattaki 17. yüzyıl eserleri inanılmaz güzellikte. Müzeyle ilgili bulabileceğiniz yorumlarda en çok audio guide satın almak yerine müzenin iOS cihazlar için uygulamasını indirip gezmek var 🙂 I Amsterdam karta yapılan indirimle 2 kişi için toplam 30 euro verdik müzeyi gezmek için.
Müzelerden sonra yemek için Dam meydanına doğru yürümeye başladık. Damrak’ta binalar önünde bir kaç fotoğraf çektikten sonra en zor sorunla karşılaştık. Ne yiyeceğiz? Maalesef biz Amsterdam’ da yiyecek çok birşey bulamadık, tüm sokaklarda Arjantin et restoranları var, biz de bunlardan birine baktık. La Pampa Steakhouse ilk başta oldukça uygun görünüyordu. Ortamı fena değil, servisi de idare eder. Çalışan ortadoğulu garsonları ayırt etmek çok zor olmadı. Hatta bizim Türk olduğumuzu anlayıp başka bir Türk çalışanı işaret ettiler. Yemekler için uygun fiyatlı bir menü seçtik. Açıkçası etler çok başarılı değildi, sosları yetersiz etler ise az pişmiş geldi, uyarmamıza rağmen.
Yemekten sonra Amsterdam’a gelen her turistin uğrak yeri olan Red Light bölgesine gittik. Herhalde uzun uzun anlatmaya gerek yok. Ama bilmeyenler için, Red Light Bölgesi birbirini kesen bir kaç sokaktan oluşuyor. Sokaklarda genelde striptiz barlar, seks shoplar, randevu evleri var. Randevu evlerinde genelde camların arkasında iç çamaşırlarıyla duran veya dans eden kızlar var, konuşabilir ve fiyatlarda anlaşma yapabilirsiniz. Sokakta fotoğraf çekmek yasak deniyor ama ben bu konuda bir uyarı veya kontrol görmedim. Eğlenceli bir ortam var, kadın-erkek her turist meraklı bir şekilde kadınları inceliyordu 🙂 Özellikle tam ortadaki kanalın yanındaki iki ana sokakta bir turist kalabalığı yaşanıyor ki yürümek bile zorlaşıyor. Biz meraklı turistler Sex Palace isimli bir mekana, küçük bir sexshopa, bir de Cassa Rosa isimli seks tiyatrosuna girdik. Amsterdam’ın bu en turistik yerinde fiyatlar genelde pahalı. Örneğin Cassa Rosa’daki sürekli oynanan seks tiyatrosuna ve striptiz gösterilerine kişi başı 50 euro ödedik. Bu fiyata 2 bira dahil. Alaska/Frigo gibi bira satan bir abi geliyor gösteriler sırasında elinde bira tepsileriyle.
Amsterdam’ın turistleri çeken başka bir özelliği de esrar gibi hafif uyuşturucu maddelere belli şartlarda izin veriyor olması. Belki sokakta içemiyorsunuz ama lisanslı mekanlarda belirli miktarlarda tüketilmesine izin var. Genelde isimlerinde cafe kelimesi geçiyor ve genelde dumanaltı yerler, içmeseniz bile içeride dumandan etkilenme ihtimaliniz var 🙂 İçeri girince normal bir cafe/barda olduğu gibi menüden siparişinizi veriyorsunuz ve tüketiyorsunuz. Farklı sertlikte ve aromada esrar bulmak mümkün. Denemek isterseniz, 2-3 euroya sarma, 3-5 euroya da kek alabilirsiniz. Satın alıp dışarı çıkmak yasak, cafede içmelisiniz.
Red Light bölgesinden otelimize Dam tramvay istasyonuna 2 numaralı tramvay ile döndük.
Be First to Comment