Rönesans’ın başkenti Floransa’ya gitmek için Termini istasyonundan 8:20 ‘de kalkacak olan hızlı trene yetişmek için otelden istasyona yürüdük ve trene kalkıştan 5 dakika önce bindik. Frecciarossa (Kırmızı Ok) tipi hızlı trende Business Class bölüm 4 kişilik masalarda oturup 1 saat 20 dakikalık yolculuğun keyfini çıkardık. Yolculuk esnasında tren yaklaşık 240km/sa hızla gidiyor ve bunu farketmiyorsunuz bile. Ne yüksek ses ne bir sallantı ne de ani hızlanma/yavaşlama hareketleri. Uçaktan daha konforlu kesinlikle. Trende kablosuz internet ve masaların kenarında elektrik prizleri var, business class yolcularına günlük gazete ve yolculuk ikramları sunuluyor. Tren için biletleri online aldığım için sadece PNR numarası soruldu yolculuk sırasında görevli tarafından.
Floransa Santa Maria Novella tren istasyonunda indiğimizde hava oldukça kapalıydı ve yağmur çiseliyordu. İstanbul’un yağmurlu havasına ek olarak soğuk esen bir rüzgar vardı. İlk iş istasyonun hemen yakınlarındaki Santa Maria Novella müzesine girdik, müzeye giriş 5€. Müze kısmını gezikten sonra kilise kısmına girdik. Kilise duvarları Roma’da gördüklerimize göre daha mütevazi olsa da tavan süslemeleri yine çok başarılı idi. Özellikle cam kısımlardaki renkler ve ışıklandırmalar harika.
Floransa’nın ıslak ama düzenli sokaklarından ünlü Duomo meydanına yürüdük. Meydana çıkmadan önce yol üstünde süpermarket diye düşünerek girdiğimiz yer kapalı bir pazar yeri çıktı. Adı Mercato Centrale, tam bir pazar yeri. Tüm renkleriyle İtalyan doğal ürünleri burada. Biz önce girişte bir yerde bir şeyler yedikten sonra dolaşmaya karar verdik. Girişte Nerbone isimli fast-food tarzı dükkandan ekmek arasında 2 adet domuz pastırması ve 250ml şarap aldık, toplamda da 10€ ödedik. Yemeğimizi tahta masalarda yedikten sonra Mercato Centrale ‘yi gezdik, kız arkadaşım peynirlere, makarnalara, kurutulmuş biberlere kısacası her türlü yiyeceğe bayıldı. Türkiye’de olmayan sebzelere meyvelere baktık. Hamur işleri satan bir dükkandan browni aldık, ancak bildiğimiz brownilerden biraz farklıydı daha çok kalıp halinde çikolata idi, ama tadı kesinlikle çok güzeldi. Çikolata çok düşkün olmayan ben bile bayıldım.
Pazaryerinden çıkıp Duomo meydanına yürürken rastladığımız Capella Medici (Medici Şapeli) müzesine de uğradık. Müze girişi 6€. 2 katlı müzede az sayıda eser var ancak Michalengo eserlerini bile görmek mümkün. Şapelin altıgen yapılı ana galerisinde ise kafanızı yukarı çevirdikçe sanki başka dünyalara gçeçiyorsunuz.
Duomo Meydanı’na girince Santa Maria del Fiore sizi tüm heybetiyle karşılıyor. UNESCO Dünya Mirası listesindeki bazilika kompleksi 3 binadan oluşuyor; katedral, vaftizhane ve çan kulesi. Katedralin kubbesi şu ana kadar dünyanın tuğladan yapılmış en büyük kubbesi durumunda. Kompleksin katedral kısmı ücretsiz gezilebiliyor ancak vaftizhane, çan kulesi ve katedralin tepesindeki cuppola için tek bilet yeterli. Biz önce katedralin içini ve dışını gezdik daha sonra da cuppolaya nasıl çıkıldığını öğrendik. Katedralin iç duvarları, tavanları tam bir sanat eseri. Duvarlarda boy boy heykeller, tavanlarda resimler, süslemeler baş döndürücü. Katedralin dışı ise muazzam, özellikle öne bakan kısmı (façade) ve şu an kullanılmayan ana kapısı tam bir deli işi. Bu kadar el işçiliği nasıl yapılmış, ne kadar süre de yapılmış ve niye sorularını akla getiriyor. Görevliye de sorduğumuz bilet gişesini bulmak ise ayrı bir işkence. Kompleksin etrafında 2 kez dolaşmamıza rağmen herhangi bir tabela, yön levhası bulamadık. Sonunda Rus bir çiftten öğrendik, yan taraftaki dükkanların birinin yanındaki koridordaymış. 2 kişi için 20€ ödeyip önce vaftizhaneye girdik. Vaftizhane göreceli olarak küçük ve mütevazi bir yapı. İçerisinde sanat tarihi öğrencileri çizim yapıyorlardı.
Asıl amacımız olan Cuppola’ya çıkmak için katedralin yan kapılarından birinden turnikeden geçtik. Yukarıya doğru kaç merdiven çıktık bilemiyorum ama San Pietro merdivenlerini aratmadı ve üstelik asansör yoktu. Sanırım daha dar ve dikti ya da bana yorgunluktan öyle geldi. Merdivenlerin bir kısmı öncelikle kubbenin katedralin içine bakan bir balkonda sonlanıyor. Buradan katedralin içini ve yan duvarlarını yakından görebiliyorsunuz. O yükseklikte nasıl çalışılmış, basıl resimler yapılmış aklım ermedi. İç balkondan sonra yine bir merdiven grubuyla daha yukarı cuppola kısmına çıkılıyor. Cuppola’ya çıkmadan önceki bir odada katedralin yapımı sırasında kullanılan aletlerin, vinçlerin, malzemelerin orijinalleri sergileniyor. Bu aletlerden bir tanesinin nasıl çalıştığının ve ne amaçla kullanıldığının anlaşılamadığı da duvarda yazan bilgilerden biri. Cuppola’ya çıktığınız da tüm Floransa’yı görebilmeniz mümkün. Her ne kadar o gün hava çok kapalı ve sisli olduğu için uzakları göremedik ancak Floransa’nın hala ortaçağ mimari dokusunun korunduğu belli oluyor. Binaların renkleri hep aynı, dizilimleri ve yerleşimleri düzgün. Maket gibi görünüyorlar. Yağmur ve sert rüzgardan dolayı Cuppola’da çok kalmak istemedik ve keyfini tam çıkaramadık. Cuppola’dan iniş daha az işkenceli ve daha hızlı bir şekilde bitti.
Bazilika kompleksini gezdikten sonra planımızda 3 nokta vardı. Ponte Vechio (Eski Köprü), Uffizi Galerisi ve Firenze Güzel Sanatlar Akademisi. Ancak yağmur, soğuk hava ve bu noktaların uzaklığı sebebiyle vazgeçip Pisa’ya gitmeye karar verdik. Bunun için tekrar tren istasyonuna döndük.
Pisa Kulesi’nin bulunduğu Pisa şehrine Floransa’dan ulaşım yaklaşık 1 saat süren bölgesel trenlerle (Floransa-Livorno hattında) sağlanıyor. 21:00 ‘deki hızlı tren dönüşümüz için zaman planlayıp otomatik bilet makinalarından ilk trene bilet aldık. Tren bileti tek yön 7,95€. Biletimizi alıp Leonardo Express’e benzeyen ama iki katlı bir trenle yola çıktık. Bölgesel trenin daha konforsuz olacağını düşünmüştüm ancak yanılmışım. Açıkçası hızlı trenden farkı sadece diz mesafesi ve hızı oldu.
Pisa treninden 17:30 gibi Pisa merkez istasyonunda (Pisa Centrale) inip Pisa Kulesi’ne belediye otobüsü ile gidebileceğimizi öğrendik, istasyonun hemen dışındaki durakta otomatik makinadan 2 bilet aldık ve otobüsü bulduk. Otobüs bileti 2 saat geçerli ve 1,20€. 10-15 süren bir yoluluk sonrasında Pisa Kulesi’nin olduğu meydandaydık. Meydan da kuleden önce kulenin de dahil olduğu Saint John Katedrali kompleksinin parçası olan vaftizhane binası görülüyor. Akşam saatleri olduğu için ve ışıklandırma çok başarılı olmadığı için çektiğimiz fotoğraflar çok başarılı olmadı. Vaftizhane, katedral ve kule (aslında katedralin çan kulesi imiş) üçü de çok iyi korunmuş ancak iyi ışıklandırılmamış. En azından İtalya deyince ilk akla gelen yapı olan Pisa Kulesi’nin daha iyi ışıklandırılmasını beklerdim. Yine de bembeyaz kule uzaktan harika görünüyor.
Kule ve etrafını gezdikten sonra kule desenli magnetler satın alıp tren istasyonuna yakın Cofer isimli kafede birer kahve içtik ve 19:30 ‘da kalkacak trenimiz için dönüşe geçtik. Tren istasyonuna geldiğimizde trenimizin 20 dakika rötar yapacağı sürprizi ile karşılaştık. Bu durumda eğer yolculuk 1 saatten uzun sürse Floransa’dan kalkacak hızlı treni kaçırma tehlikesi ortaya çıkıyordu. Açıkçası ben her zaman ki gibi endişelendim kız arkadaşım ise oldukça soğukkanlı idi. Rötarla birlikte 19:50 ‘de kalkan tren normalden hızlı gidince 20:45 gibi Santa Maria Novella tren istasyonuna ulaştı. 21:04’te kalkan hızlı trenle Termini’ye döndük ve otelimize yürüdük.
Okuduğum en yakın tarihli roma gezisi. Cok ayrıntılı ve faydalı bilgiler var. En az romarehberi kadar beğendim:)
Pınar Hanım beğendiğinize sevindim. Teşekkürler.
Çok teşekkürler. 10-12 arası romadayız 13 ü sabah hızlı trenle pisadayız akşam saat 4 de floransa venedik hızlı trenimiz var. bu süreçte buraları gezecegiz. bilgilendirmeniz için çok teşkkürler.