Sabah kalkınca hazırlanıp sırt çantamızı alıp Repubblica Metro istasyonuna yürüdük, burada RomaPass kartlarımızı okutup metroya binerek Vatikan’a en yakın istasyon olan Ottaviano istasyonuna kadar gittik. İstasyondan çıkınca tek yapmanız gereken kalabalığı takip etmek, zaten onlar sizi Vatikan’a götürüyor 🙂
Her ayın son pazar günü Vatikan Müzeleri’ne ücretsiz girilebildiğini ancak en son girişin 12:30’da olduğunu ve çok uzun sıralar olduğunu okuduğum için öncelikle müzeleri gezmeye daha sonra da San Pietro meydanını ve bazilikasını gezmeye karar verdik. Vatikan duvarlarına yaklaştığımızda açıkçası gözlerime inanamadım. Çooooookk uzun bir sıra vardı ve bu sıra duvar boyunca ilerliyordu. Tam bir birleşmiş milletler ortamı, her dinden ve ırktan insan sırada bekliyor. Neyseki sıra hızlı ilerliyor diye kendimizi avuttuk, soğukta beklerken kahve içtik (americano istedik bu kez, 2 kahve için 6€ biraz fazla gibi) , tam 1 saat 20 dk sonra giriş kapısına ulaşabildik. Vatikan Müzeleri’ne giriş havaalanı girişi gibi. X-ray cihazından geçiyorsunuz, tabii çantanız da. Giriş alanı 5 yıldızlı bir otel kadar lüks bir görünümde. Güvenlik noktasından sonra ünlü oval rampadan müze katına çıkılıyor. Vatikan Müzeleri sadece Vatikan ya da sadece Hristiyanlık ile ilgili değil tüm dünya tarihi ile ilgili bilgi, belge, eser barındıran bir müze topluluğu. Müzede o kadar çok galeri, salon var ki her salondaki eseri tam inceleyemiyorsunuz bile. Zaten insan kalabalığı buna pek izin de vermiyor. Her duvarda, her tavanda, her köşede bir sanat eseriyle veya tarihi bir buluntuyla göz göze geliyorsunuz. Sadece tavandaki resim ve süslemeleri incelemek bile saatler alabiliyor. Saat 10:00 civarı girebildiğimiz müzeden, hızlı gezmemize rağmen, 13:00 civarında çıkabildik. İngilizcesi iyi olan bir sanat tarihi öğrencisinin orada günler geçirebileceğine eminim. Özellikle Rafael Odaları’na hayran oldum diyebilirim. Müze gezisi papalık seçiminin yapıldığı Sistine Şapeli’nden sonra sonra eriyor. Şapelin duvarları, tavanları yine inanılmaz süslemelerle dolu. Ancak havası çok kasvetliydi ve çok kalabalalıktı. Ayakta durmak için bile yer yoktu. Sürekli bir çok dilde sessizlik anonsları yapıldı. Şapelden sonra yine oval merdivenlerden inerek dışarı çıktık.
Müze sırasından sonra bir uzun sıra da San Pietro meydanında, Basilica di San Pietro ‘ya giriş için vardı. Neyseki biraz güneş vardı sıra beklerken ısındık. Girişe yaklaşık 30-40 dakika bekledikten sonra ulaşabildik. Yine X-ray cihazları, yine güvenlik noktası. Güvenlik noktasından geçtikten sonra bazilikaya girmek yerine yorulunca çıkamayacağımızı bildiğimiz için önce Cuppola (Kubbe) ya çıkalım istedik. Cuppola yerden 139 m yukarıda ve toplam 551 basamaklı bir merdiven grubuyla çıkılıyor. Çıkış için bir de asansör var ancak sadece sizi 231 basamaktan kurtarıyor, geri kalanı yine basamaklara devam ederek çıkıyorsunuz. Eğer asansörü kullanacaksanız 7€, kullanmayacaksanız 5€ ödüyorsunuz, biz asansörü kullandık. Merdivenin bazı noktalarında, eğim o kadar fazla merdivenin çevresi o kadar dar ki, çıkmaktan vazgeçmeyi düşünebilirsiniz, ancak arkanızdan gelen kalabalık buna izin verir mi bilemiyorum. Yaşlılara, klostrofobiklere ve kalp hastalarına çıkılması önerilmiyor. Çıkış esnasında arada sırada genişleyen bir kaç noktada mola verip küçük cam ya da dehlizlerden Roma manzarası izleyebilirsiniz. Cuppola’nın tepesine çıktığınız da ise verdiğiniz paranın kesinlikle değdiğine şahit olacaksınız. Tepeden tüm Roma manzarası gözlerinizin önünde ve harika görünüyor. Yukarıya çıkan inmek istemiyor, herkes Roma manzarasını arkasına alarak fotoğraf çektiriyor.
Cuppola’dan aşağı aynı şekilde önce merdivenlerden sonra da asansörle iniliyor ancak iniş bazilikanın içinde sonlanıyor. Bazilika dünyanın en büyük kiliselerinden biri ve Michalengelo, Maderno, Bernini gibi rönesans dönemi ustalarının yapıtlarıyla dolu. Rafael ve Michalengelo ‘nun bazilika planlarını tasarladığı biliniyor. Bazilikanın duvarları heykellerle, tavanları ise süsleme ve resimlerle bezenmiş. Günün bazı saatlerinde kilise tavanındaki camlardan süzülen ışık huzmeleri görülmeye değer. Bazilika tabanında yürürken bazı mazgallar farkediyorsunuz, bu mazgallar alt katlarda bulunan mezarların havalandırma mazgalları imiş. Saint Peter ve bazı papaların alt katlarda gömülü olduğunu bilmekte ilginç. Bazilika gezilmeden Roma gezilmiş sayılmaz diyebilirim, kesinlikle görülmesi gereken bir sanat şaheseri kişisel görüşüme göre. Piazza San Pietro’ya saat 13:30 gibi varıp 16:00 gibi ayrıldığımız düşünülürse büyüklüğü ve gezilecek görülecek kısımlarının sayısı hakkında fikir edinilebilir sanırım.
San Pietro meydanından ve haliyle Vatikan’dan çıktıktan sonra en yakın durağımız olan Castel Sant’ Angelo ya doğru yine çok güzel bir bulvar/meydan üzerinden yürüdük. Aslında imparator Hadrian’ın kendisi ve ailesi için yaptırmış olduğu bu mozole yapı bir dönem papalar tarafından kale, şato ve hapisane olarak kullanılmış. Zaten yapı sur şeklinde bir kapalı bir koridor ile San Pietro bazilikasına bağlı. Binanın içini gezdikten sonra surlardan binayı Roma’ya bağlayan Ponte Sant’Angelo adlı köprüyü arkamıza alarak fotoğraf çektirdik. Daha sonra binanın çatısına çıkınca asıl manzaranın burada olduğu hemen anlaşıldı. Roma’nın her yönden manzarasını binanın çatısındaki seyir terasından görmek mümkün. Seyir terasının ortasında dev bir Archangel Michael (Mikail) heykeli var. Roma güneş batışını izledikten ve kenarları bile heykellerle bezenmiş köprüden geçip akşam yemeği için yine Trastevere’ye gitmeye karar verdik.
Ekşisözlük’te hakkında iyi şeyler yazılmış bir restoranı bulmak için köprüden sonra yine standart haline gelen güzergahımız Piazza Navona – Campo del Fiori – Ponte Sisto yolunu takip ederek Trastevere sokaklarına daldık. Biraz iPhone biraz kağıt harita yardımı ile akşam karanlığında Dar Poetra isimli restoranı bulduk. Restoranın atmosferi oldukça güzeldi. Yemek olarak ben mozzarella-mantar-pepperoni karışımı bir pizza, kız arkadaşım da Dar Poetra isimli özel bir pizza sipariş ettik. İçecek olarak ise 1 lt sürahide şarap seçtik. Kız arkadaşımın pizzası geldiğinde pizza üzerindeki kabakları görünce şaşırmadık değil 🙂 Açıkçası pizzaların tadı sözlükte yazıldığı kadar başarılı değil bana göre. Trevi civarındaki La Fontana’da yediğim parça pizza kesinlikle çok daha başarılı idi. Ancak şarap güzeldi tüm şişeyi bitirdik. Akşam yemeği için toplam 18€ ödedik.
Trastevere’den dönüşte bu kez yürümek yerine toplu taşımayı kullanmaya karar verdik. Bunun için üzerinden araç geçen Ponte Garibaldi isimli köprüye kadar 500 m yürüdük, tramvaya binip son durak Piazza Venezia’ da indik. Piazza Venezia’daki duraktan 40 numaralı otobüse bindik ve otobüsten Via Nazionale üzerinde otele yakın bir durakta indik. Otele varınca çantamızı bir sonraki gün Floransa’ya gitmek için tekrar hazırlayıp hemen uyuduk.
Be First to Comment