2. Gün – Roma

Sabah erkenden kalkıp Roma sokaklarında yürümeye karar verdiğimiz için saat 9:00 gibi sırt çantamızı sırtlanıp kendimizi dışarı attık. Kahvaltı için hemen sokağın köşesindeki Bar Dolci E Dolcezze isimli kahve dükkanına daldık. İtalyan stili kahvaltıyı denemek için birer kruvasan, kız arkadaşım için latte benim için de capuccino siparişi verdik. İtalyanlar hızlı konuşan, hareketli insanlar. Öyle ki bar masası şeklindeki yüksek masalarda bir yandan konuşurken bir yandan ayakta kahvaltı yapıyorlardı. Roma ‘da bir çok kahve dükkanında ayakta kahve içme ile masada oturarak kahve içme arasında 1-2 € fiyat farkı var. Bu yüzden acelesi olanlar için bu şekilde ucuz ve hızlı bir kahvaltı çeşidi oluşmuş.

breakfast

Kahvaltıdan sonra elimizde RomaPass içinden çıkan detaylı haritamız başladık adım adım Roma’yı gezmeye. Öncelikle en yakında Piazza del Esquilino da bulunan Santa Maria Maggiore kilisesine gittik. Bu sırada yolda her köşebaşındaki yaya geçidinden insanlar geçerken motorlu araçlar yol verdi. İstanbul gibi bir trafik keşmekeşinden araç kullanıcılarının insanların üzerine sürmesine alışkın bizler için biraz şaşırtıcı açıkçası.

Kilisenin önündeki meydanda, dikilitaş çevresinde fotoğraflar çektik ve kiliseyi gezdik. Kilise oldukça büyük, bakımlı ve süslemelerle dolu. Papalık kilisesi olduğu için Papa her yıl 15 Ağustos’ta bu kiliseye uğruyormuş. Kilise içindeki büyük heykeller ve tavan süslemeleri insanı hayran bırakıyor.


_MG_7599_MG_7608_MG_7611_MG_7611

Kiliseden çıktıktan sonra yol üzerinde şans eseri gördüğümüz SMA isimli zincir süpermarkete girdik. Kız arkadaşım kendisine ilginç gelen Türkiye’de pek görmediğimiz sebze ve meyvelere baktı, bizimkilere benzemeyen ama bizde de yetişen sebzeleri daha sonra da birlikte peynir ve et reyonlarını inceledik. Roma’ da yarım litrelik su genelde 1 € civarında bir fiyata satılıyor. Daha önceden de söylediğim gibi bizim için pahalıya geliyor. Bu yüzden markette fiyatı oldukça ucuz olan 1,5 lt su, kağıt mendil satın aldık. Süpermarketlerde kasada genelde kağıt ya da naylon poşet isteyip istemediğiniz soruluyor, çünkü poşet ücretli (sanırım 0,2 € idi). Ellerimizde taşımak istemediğimiz ve sırt çantamız olduğu için poşet almadık.

Elimizde harita Roma sokaklarında belirlediğimiz rotada bir sonraki durağımız olan Domus Aurea ve Colosseum ‘a doğru tekrar yürümeye başladık. Park içinden yürürken Colosseum’u uzaktan görünce, arka planda Colosseum ile fotoğraflarımızı çekip, oyalanmadan girişe doğru ilerledik.

Domus Auerea

Colosseum girişi 12€ ve yanındaki Foro Romano (Roman Forum) ile Palatino (Palatin Tepesi) girişlerini de kapsıyor. Ancak sorun şu ki eğer biletlerinizi önceden almazsanız uzuuuuun bir bilet sırası sizi bekliyor. Turlara ve RomaPass sahiplerine öncelik var. RomaPass sahipleri ayrı bir sıradan ve ayrı turnikelerden giriyor. RomaPasslarımızı gururla çıkarıp yaklaşık 70-80 metrelik bir insan kuyruğununun yanından geçip Colosseum’u gezmeye başladık. Colosseum oldukça büyük, turistlerle dolu olduğu için gezmeyi bitirmesi zor. Colosseum’dan sonra çıktıktan sonra önündeki meydandan hediyelik bir kaç tane magnet (3 tanesi 5€) alıp hemen bitişiğindeki Foro Romano’yu gezdik. RomaPass’larımız yine sıraya girmeden turnikelerden hızlıca geçmemizi sağladı.


ColosseumColosseum
Colosseum

Foro RomanoForo Romano
Roman Forum

Foro Romano’nun sonundaki merdivenlerden Camplidoglio (Capitoline Tepesi) ‘dan Michalengelo’nun tasarladığı alana çıktık, Marcus Aurelius heykelinin yanında fotoğraf çektik, binaların ve heykellerin muhteşemliğinden etkilenmiş bir biçimde büyük merdivenlerden inerek Vittorio Emanuele II (aynı zamanda Meçhul Asker Anıtı olarak biliniyor) anıtının bulunduğu meydana çıktık. Neredeyse tamamı mermer olan anıt Birleşik İtalya’nın ilk kralı sayılan Vittorio Emanuele II adına 1925’te yapılmış. Anıta doğru merdivenlerden çıkınca merkezinde 2 adet İtalyan askeri 2 ateşi bekliyor. Sönmeyen Ateş dedikleri bu ateş 1. Dünya Savaşı sırasında ölmüş olan 11 askerin bedenininde bulunduğu anıtı onurlandırıyormuş. Anıtın girişinde gece-gündüz Carabinieri (İtalyan Askeri Polis Gücü) nöbet tutuyor. Anıt kutsal sayıldığı için anıtın merdivenlerinde oturmak, yatmak, yemek-içmek, saygısız sayılabilecek hareketler yapmak yasak. Biz gezdiğimiz sırada birkaç turist fotoğraf çekerken çantalarını merdivenlere bırakınca Carabinieriler hemen uyardı. (Carabinieri’nin araç olarak Land Rover Discovery kullandığını da ekleyeyim.) Anıt merdivenlerinde bir kaç fotoğraf çektikten sonra Piazza Venezia ‘dan geçip Pantheon’a doğru yürümeye başladık.


CamplidoglioCamplidoglioCamplidoglio

Camplidoglio

Pantheon’a yürürken saat neredeyse 14:00 olmuştu ve sabah sadece kruvasanla doyacak İtalyan olmadığımız için yerel lezzetleri aramaya başladık. Pantheon ile Trevi arasında kalan caddelerden birinde fiyatlarını uygun bulduğumuz La Fontana isimli pizzeriaya girdik. Ortam turist ortamı olunca fiyatlar artıyor ancak bulduğumuz yer biraz da yol üstü lokantası gibiydi. Girişte amcanın biri pizza dilimlerini 20×20 cm boyutlarında kare şeklinde kesip tabağa koyuyor ya da elde yiyecekseniz ikiye katlayıp sarıp size veriyor. Biz bir masaya oturup 2 tane de bira siparişi verdik. Açlıktan mı bilemiyorum benim seçtiğim pizza bana göre muhteşemdi. Kız arkadaşımın pizzası ise daha çok böreğin üzerine domates, yeşillik, peynir yerleştirilmiş gibiydi 🙂 Öğle yemeğimiz için 21€ ödedik.



Yemekten sonra Pantheon’un bulunduğu Piazza della Rotonda’ya yürüdük. Pantheon karşıdan gerçekten de ihtişamlı görünen bir bina. İçi ise kesinlikle harika. Kubbesinin tepesinde olan delikten gökyüzünü görmek ilginç bir his. Akustiğinden dolayı en küçük sesler bile yankılanıyor. Pantheon uzun zamandır kilise olarak kullanılıyormuş. Aynı zamanda bir mezar olduğunu daha sonra öğrendim. Daha önceden de Vittorio Emanuele II buraya gömülmüş. Bulunduğu meydan çoğunlukla turist kalabalığı ile dolu oluyor. Önündeki merdivenlerde birkaç fotoğraf çektik ve bir sonraki hedefimiz Trevi Çeşmesi’ne yürüdük.


PantheonPantheon2014-01-25 15.34.16

İtalyanca “La Fontana di Trevi” yani “Trevi Çeşmesi” biz de Aşk Çeşmesi olarak bilinir, bunun sebebinin ise 1960’larda Sophia Lauren’in çevirdiği bir filmde çeşmenin görünmesi deniyor. Gerçekte ismi kendisini yaptıran Trevi isimli aileden geliyormuş. Çeşmenin üzerinde ve sırtını verdiği duvar üzerinde harika heykeller var, her biri bir harika. Çeşmenin etrafı ve meydan sürekli bir turist, fotoğrafçı ve yankesici kalabalığı ile dolu. İnsanlar dileklerinin kabul olması için para atıyor, fotoğraf çektiriyor. Kişisel olarak ben Roma’da bu kadar eski ve değerli eser varken Trevi Çeşmesi’nin çok popüler olmasını sadece popüler kültüre bağlıyorum. Turist çekmenin güzel bir yolunu bulmuş İtalyanlar.


_MG_7832_MG_78362014-01-25 16.35.27

Trevi’den yürümeye devam ederek bir sonraki durağımız Spagna (İspanyol Merdivenleri). 135 basamaktan oluşan İspanyol merdivenleri ismini karşısındaki İspanya Büyükelçiliği’nden alıyormuş. Sanırım merdivenlerin sonundaki Santissima Trinita dei Monti kilisesine ulaşım için yapılmış. Merdivenler hem turistler hem de yerel halk için bir dinlenme, buluşma ve sosyalleşme noktası gibi. İtalyan ergenlerin burada bira içip sohbet ettiklerini görebilirsiniz. Yine Trevi Çeşmesi’nde olduğu gibi kişisel olarak merdivenlerin de gereğinden fazla popüler olmasının sebebinin reklam ve kültürel bir reklam olduğunu düşünüyorum.

İspanyol Merdivenleri’nin başladığı meydan olan Piazza di Spagna’da bulunan Fontana della Barcaccia restorasyon sebebiyle her tarafından kapatılmış ve örtülmüştü o yüzden göremedik.


_MG_7832_MG_7836

Merdivenlerde biraz dinlendikten sonra en yukarı çıkıp Santissima Trinita dei Monti kilisesini gezdik. Bu küçük kilise bile heykel ve güzel süslemelerle doluydu. Kiliseden sonra tekrar merdivenlerden inerek tam karşıdaki ünlü Via Condotti caddesine yöneldik. Bu cadde her iki yanında bulunan moda markaları ile ünlüymüş. Zaten gezerken markaların isimlerinden nasıl bir cadde olduğunu farkediyorsunuz. Kız arkadaşımın isteğiyle caddedeki en ucuz mağaza olan H&M ‘ e girdik, kendisine normal fiyatlarda bir çanta alıp çıktık 🙂

Havanın kararmaya başladığı saatlerde yürüyerek Piazza Navona ‘ya vardık. Meydanın tam ortasındaki heykellerle süslenmiş çeşmenin etrafında ressamlar resimlerini sergiliyor, bazı performans sanatçıları ise performanslarını sergiliyorlar. Çok canlı, renkli bir ortam var. Meydanın etrafında bir çok kafe var. Meydandaki Sant’Agnese in Agone katolik kilisesini gezmeyi de ihmal etmedik elbette.


_MG_7832_MG_7836

Aslında gündüz gelmemiz gereken bir yere çok yanlış bir saatte vardığımızı farkedince biraz üzüldük açıkçası. Campo de’ Fiori gündüzleri meyve, sebze, kıyafet, hediyelik eşya satılan açık bir pazar yeri. Gündüz gözüyle görmek mümkün olmadı maalesef. Biz geçerken pazar esnafının büyük bir kısmı tezgahlarını kaldırmıştı, temizlik işçileri temizlik yapıyordu.

Akşam yemeği için pizzeria ve barlarıyla bilinen, daha çok gençlerin gittiği bölge olan Trastevere ‘ye yürürken Despar adlı bir süpermarkete girip su, sandviç yapmak için panini ekmeği ile salam ve kaşar peyniri satın aldık. Despar sanırım İtalya’nın BİM’i sayılabilir. Kasiyerden Via Nazionale ‘de şubesi olduğunu ve kaçta kapandığını öğrendim. Sonraki alışverişlerimizi de oradan yaptık.

Ponte Sisto (Sisto Köprüsü) ‘dan geçip ulaştığımız Trastevere dar sokaklarıyla, her sokakta cafe, pizzeria ve barlarıyla dolu küçük bir kasaba gibi. Sanki Cunda, Bozcaada sokaklarında geziyormuş gibiydik. Akşam saat 19:00 olmasına rağmen tüm restoran, pizzeria ve kafeler boştu. Oldukça şaşırtıcıydı çünkü bu bölgede gece hayatının iyi olduğu ve yemek zamanı dolu olduğunu okumuştuk. İnsanların daha çok tercih ettiği bir yerde yemek yeme fikriyle kalabalık bir mekan aradık ama sadece bir bar bulabildik, orada da yemek yoktu. Big Hilda isimli bar iç tasarımı olarak oldukça güzeldi, iyi de servisi vardı. Bira olarak bu kez kahveye benzer tadı olan Guinness içmek istemediğimden garson kıza yerel bira olup olmadığını sordum, Peroni isimli bir bira getirdi. Açıkçası benim gibi bir Efes içicisi için tam bir hayal kırıklığı. Carlsberg için daha iyi. Bu arada garson kızdan insanların Trastevere’ye içmek ve yemek için saat 21:00-22:00 civarında geldiğini öğrendik. Yani biz erken gelmişiz. Bar tuvaletinde Roma’nın bir özelliğini daha keşfettik. Lavabonun üstündeki muslukta açma kapama vanası, kolu veya fotoselli bir sistemi yoktu. İyi de nasıl çalıştırılıyordu. Meğer yerde ayak pedalı varmış, suyu açmak için pedala basıyorsunuz. Hijyen için mantıklı olabilir 🙂 2 biraya 8€ ödeyip tekrar Trastevere sokaklarını turlamaya başladık.



Saat neredeyse 21:00 olmuştu ve sokaklar artık kalabalıklaşmıştı. Biraz gezindikten sonra fiyatları uygun olan La Scaletta adlı restorana girdik. Biz siparişlerimizi verirken birden ortam kalabalıklaşmaya hatta kapıda sıra olmaya başladı. Ben spagetti carbonara istedim kız arkadaşım ise penne arabbiata, yanına da bira istedik. Spagetti benim damak tadıma uzak bir şekilde yine az pişirilmişti. Açıkçası aç kaldım. Toplamda 18€ ödedik ve otelimize dönmeye karar verdik.



Dönüş yolu biraz çileli oldu. Hangi akla uyduk bilemiyorum ama yaklaşık 3 km lik yolu yürümüşüz. Bu arada Piazza Veneazia ‘dan Via Nazionale ‘ye gitmeye çalışırken nasıl olduysa tam tersi yöne, Circo Massimo tarafına, 600-700 m fazladan gitmişiz. Yolda birilerine sorup tekrar Piazza Venezia ‘ya döndük. Vittorio Emanuele anıtı önündeki Carabinierilerden yol tarifi alıp Via Nazionale ‘ e çıkınca rahatladık. Otele dönünce alarmımızı sabah Vatikan gezisi için erkene ayarlayıp yorgunluktan yatağa devrildik, hemen uyumuşuz.

gurcan Written by:

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *